3 Haziran 2016
Sayı: KB 2016/21

Gerici-boğucu kuşatmayı devrimci sınıf hareketiyle parçalayacağız!
ABD-Türkiye “gerilimi” ve Rojava
Yolsuzluk ve rüşvet: Kapitalist bataklığın “nimetleri”
Haziran Direnişi 3. yıldönümünde selamlandı
Dinsel gericiliğin ve şovenizmin panzehiri sınıf mücadelesidir!
"KESK’in" güvenlik…
“Taleplerimiz karşılanana kadar mücadeleye devam edeceğiz!”
İş mahkemeleri kanun tasarısı: Yargının piyasalaştırılması
Çukurova; işçilere sömürü, patronlara bereket!
AVON’da direniş sürüyor
15-16 Haziran büyük işçi direnişine dair - 1
Geleceğiz ve değişecek dünya!
Üniversitelerde artan faşist saldırılar üzerine
Ölüm getiren yol; “Bilim”
Metal işçisi kadınlar ve işçi eşleri direnişin kararlılığı ve enerjisiydi!
Hatice Yürekli Yoldaş’a...
Göçmen katliamı kitlesel boyutlar kazanıyor
Fransa’da grev büyüyor
İstanbul’da her yer rezidans ve AVM
Çorum’dan günümüze katleden devlettir, hesabını soracağız!
Ahmed Arif, Orhan Kemal, Nazım Hikmet…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gerici-boğucu kuşatmayı devrimci sınıf hareketiyle parçalayacağız!

 

Günümüz Türkiye'sinde siyasal gericilik ve faşist baskı politikaları, toplumsal yaşamın tüm alanlarını kuşatmış durumda.

Bilindiği üzere 7 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye’deki siyasal atmosfer hızla değişime uğradı. Kapitalist sistemin ihtiyaç duyduğu “istikrar” gereği, düzenin karanlık elleri bir kez daha devreye sokuldu. “Milli iradeye” saygı bir kenara itildi ve Suruç katliamı ile birlikte bugünlere rengini veren siyasal sürecin ilk adımı atılmış oldu. Aslında daha 7 Haziran öncesinde Diyarbakır’da, Mersin ve Adana’da yaşanan saldırılar, içerisine girilen dönemin ilk işaretleri idi. Ankara’da yaşanan ve Türkiye tarihinin en barbar katliamlarından birisi olarak tarihe geçen intihar saldırısı ise karanlık bir dönemin kapılarını sonuna kadar aralamış oldu.

Tüm bu gelişmeler Türkiye’deki toplumsal yaşamı ve düzen siyasetini dizayn etmeye dönük kapsamlı bir planın devreye sokulduğunu gösteriyordu. Sınıf devrimcileri, Ankara katliamının hemen ardından şu tespiti yapmışlardı: “Bu çapta bir katliamın seçimlerden de öteye, sermaye düzeninin yakın geleceğini ilgilendiren çok daha kapsamlı ve derinlikli hesaplar üzerinden yapıldığı açıktır. Keza böylesine ağır bir katliamın, düzenin gerçek efendilerinden, demek oluyor ki emperyalistlerden ve onun işbirlikçisi sermaye güçlerinden bağımsız gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Başta darbe süreçleri olmak üzere bir dizi tarihsel deneyim, bu türden gelişmelerin politik sonuçları hakkında açık bir fikir vermektedir. Türkiye’de ve dünyanın bir çok başka yerinde, düzen siyasetine ve toplumsal süreçlere yönelik kapsamlı müdahaleleri bu türden büyük politik eylemler öncelemiştir. Bugün bir kez daha kirli karargahlarda planlanan bu katliamlar üzerinden hem düzen siyasetine, hem de bütünüyle toplumsal yaşama köklü bir şekilde yön verilmek istenmektedir.” (Kızıl Bayrak 16 Ekim 2015 Sayı: 2015/39)

Bugün yaşananlar ise, sınıf devrimcilerinin o dönemde ortaya koyduğu değerlendirmeyi gün be gün doğruluyor.

Sermaye düzeni bütün bir topluma deli gömleği giydirmek istiyor

Elbette yukarıda altı çizilen gelişmelerin Ortadoğu’da tırmanan emperyalist savaş ve saldırganlık politikalarıyla, son yıllarda giderek öne çıkan ve bölgesel bir mahiyet kazanan Kürt sorunuyla, emperyalistlerin ve sermaye güçlerinin düzen siyasetini dizayn etme hamleleriyle dolaysız bağları var.

Ancak, tüm bunlarla birlikte aynı gelişmelerin Türkiye işçi sınıfını, emekçileri, gençleri ve ilerici-sol güçleri dolaysız olarak kesen yanları olduğu, dahası işin bu yanının sınıflar mücadelesi bakımından kritik bir önem taşıdığı fazlasıyla aşikar. Zira sermaye devleti, patlatılan bombalarla, gerçekleştirdiği vahşi katliamlarla, tırmandırdığı polis rejimi uygulamalarıyla, eylem yasaklarıyla, sokaklarda estirdiği terörle bütün bir toplumun elini kolunu bağlamayı, her adımda denetlemeyi ve giderek edilgenliğe mahkum etmeyi temel bir politika haline getirmiş bulunuyor.

Başta 1 Mayıs olmak üzere, son süreçte yaşanan eylem ve mitinglere bakıldığında, sorunun ne denli ciddi olduğu ve sınıf-kitle hareketi üzerinde ne gibi etkiler yarattığı tüm açıklığı ile görülebilir.

Reformist solun Stockholm Sendromu

Son aylarda yaşanan bu gelişmeler karşısında reformist sol ve onların başını tuttuğu sendikal yapılar ise adeta Stockholm Sendromu yaşıyor. Sözde “güvenlik” bahanesi ile sınıf-kitle eylemlerini götürüp katliamcı sermaye düzeninin denetimine sokuyorlar. Geçtiğimiz hafta yapılan KESK eylemlerinden yansıyanlar ise, bu konuda ne derece zıvanadan çıktıklarını gözler önüne serdi. Zira KESK’in başını tutan reformist güçler, bugüne kadar yaşanan katliamların gerisinde sermaye devletinin olduğu gün gibi ortadayken, dahası, düzen medyasında bile Ankara ve Suruç katliamlarının bizzat polis gözetiminde gerçekleştirildiğinin haberleri yer alırken, işçileri, emekçileri, gençleri, devrimci-ilerici güçleri ve bütün bir sınıf hareketini polisin denetimine sokmak için adeta çırpındılar.

Reformist çevreler ve KESK bürokratları, bu uğursuz tutumlarıyla sermaye devletinin sınıf ve kitle eylemerini boğmaya ve denetim altına almaya dönük gerici politikalarına zemin hazırladılar. Bunun kendisi en hafif tabirle utanç verici bir durumdur.

Reformist solun bu uğursuz tavrı elbette nedensiz değil. Gerisinde sol harekette yaşanan ve yıllara yayılan tasfiyeci sürükleniş ve adım adım düzenle bütünleşme süreçleri yer alıyor. Son gelişmeler bu durumun güncel olarak doğrulanması oldu sadece.

Gerici-boğucu kuşatmayı devrimci sınıf hareketi ile parçalayacağız

Türkiye toplumunun üzerine bir ağırlık olarak çöken gerici kuşatma, kısa vadede sınıflar mücadelesi bakımından bir dizi zorluğu karşımıza çıkarabilir. Fakat unutulmamalıdır ki, güncel olan geçicidir. Hiçbir çelişki tarihsel bağlamda nihai değildir ve tek taraflı gelişmez; karşıtıyla birlikte gelişir. Ta ki çelişki çözümlenip aşılana kadar.

Bu nedenle, şu gerçeğin altını bir kez daha çizmek gerekiyor: Sermaye düzeninin pervasız saldırılarına rağmen, toplumu kuşatan cendereyi parçalayıp atacak olan yeni bir sınıf hareketinin doğum sancılarına tanıklık ediyoruz. Bunun kendisi başta metal fırtına olmak üzere, son yıllarda işçi sınıfı cephesinde yaşanan bir dizi gelişme üzerinden açıkça görülmektedir.

Gün be gün tırmandırılan yıkım saldırıları ve faşist baskı politikaları ise, işçi sınıfı içerisindeki mücadele dinamiklerini daha bir olgunlaştırma, devrimci bir sınıf hareketi yaratmanın imkanlarını çoğaltmaktadır.

 
§