19 Haziran 2018
Sayı: KB 2018/24

Düzen partilerinden medet umma, mücadeleye hazırlan!
Seçim-savaş denkleminde Türkiye
Seçimler, parlamento ve parlamentarizm
24 Haziran seçimleri ve sol
OHAL kaldırılır mı?
Faşist saldırganlığı durdurmanın tek yolu direniş!
Emekçiler yasak ve gözaltı saldırılarına karşı mücadeleyi sürdürüyor
2013’ten bugüne 319 çocuk iş cinayetinde can verdi
Karl Marks’ın 200. Doğum Yılı… / 1
G7 Zirvesi’nden yansıyan hegemonya krizi
ABD ve KDHC’nin Singapur zirvesi
Arjantin IMF kapısında, sıra Türkiye’de mi?
Flormar direnişçileriyle dayanışmayı büyütelim!
CHP’nin gençliğe vaatleri ve gerçekler
Bu düzen “Senle yıkılır!”
Gençlik gelecektir!
Devrime adanmış bir ömür: Clara Zetkin
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen partilerinden medet umma, mücadeleye hazırlan!

 

24 Haziran seçimleri yaklaştıkça kapitalist düzenin siyaset arenasındaki hareketlilik de artıyor. Seçimlerde, etkisi zayıflamış parlamentonun üyeleri ile geniş yetkilerle donanmış cumhurbaşkanı seçilecek. Bu vesileyle, dinci-faşist AKP-MHP koalisyonunun fanatik destekçileri dışta tutulursa, geniş toplum kesimleri Erdoğan’ın tek adam diktasından kurtulmaya hazırlanıyor. 16 yıllık AKP kabusunun sona erme ihtimalinin yüksek olması, bu kesimlerde iyimser bir hava yaratmış görünüyor.

***

Dinci-faşist bir tek adam rejiminin yıkılmasının kısmi bir rahatlama, buna bağlı olarak bir ‘iyimserlik’ yaratması anlaşılabilir bir durum. Ancak bunun kapitalist sömürü düzeni gerçeğini unutturması ve diğer burjuva partilere umut bağlamaya yol açması, yeni hayal kırıklıklarından başka bir şey yaratamaz.

Unutulmamalıdır ki, iki ittifakta birleşen partilerin tümü kapitalist sınıfları temsil ediyor. Hiçbirinin işçi sınıfı ve emekçileri düşünmek gibi bir gündemi ya da derdi bulunmuyor. Zira, onlar emekçilerden oy isteseler de, temsil ettikleri mülk sahibi sömürücü sınıfların çıkarlarını koruyup kollamakla mükellefler ve bunun için iktidarda söz sahibi olmaya çalışıyorlar.

***

Burjuva partilerin seçim vaatlerinin ‘cazibesi’ne kapılmak, kapitalistlerin siyasi temsilcilerinden medet ummak işçi sınıfı ve emekçilere hüsrandan başka bir şey getirmez. 1950’de başlatılan çok partili sistemin 68 yıllık tarihi bu gerçeği defalarca teyit etmiştir. İşçi sınıfının özellikle 1960’lı ve 70’li yıllardaki tüm kazanımları ise bizzat kendi eseri olmuştur. İşçi sınıfı mücadele ettiğinde kazanmış, düzen partilerinin vaatlerine kandığında ise kaybetmiştir.

Bu gerçek, önümüzdeki süreçte daha da yakıcı hale gelecektir. Zira faturası ağır bir ekonomik krizin kapıda olduğuna dair güçlü veriler mevcuttur. IMF kapısına gitme olasılığının yüksek olduğunu artık burjuva ekonomistler de ifade ediyor. Görünen o ki, ekonomik çöküş artık kaçınılmazdır. Bu böyleyse eğer, sermaye iktidarı da bu çöküşün faturasını işçi sınıfı ve emekçilere ödetmek için bastıracaktır.

***

Ekonomik krizler, kapitalizmin yapısal hastalıklarıdır. Nitekim AKP’ye iktidar yolunu düzleyen temel etmenlerden biri de 2001 Şubat krizidir. Sistemin bu yapısal hastalığına dinci dikta rejiminin ranta/talana dayalı icraatları eklenince, ekonomik çöküş kaçınılmaz hale geldi. Ülkeyi OHAL/KHK düzeniyle yöneten AKP-MHP koalisyonu (Cumhur İttifakı) işbaşında kalırsa, kaba kuvvetle, grev yasaklarıyla emekçilere krizin faturasını ödetmek için çaba harcayacaktır.

‘Millet İttifakı’ yönetime gelirse eğer, ilk işi AKP’nin bıraktığı enkazı kaldırmak olacak. Bu da yüklü fatura gerektiren bir iştir. Düzen partilerinin faturayı kapitalistlere ödetmek gibi bir gündemleri olmadığına göre, yükü emekçilerin sırtına yıkmak için çeşitli yollara başvurmaları kaçınılmazdır. Yani seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, kapitalizmin bu uğursuz faturası işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmak istenecektir.

***

Saray çetesi saltanatını korumak için yeni bir kirli oyun çeviremezse eğer, seçim süreci 8 Temmuz’da sona erecek. Bu tarihte vaatler dönemi kapanacak, emekçiler bir kez daha sömürü ve yağma düzeninin iğrenç gerçeğiyle baş başa kalacaklar. O halde işçi ve emekçiler için artık esas olan, hazırlanan faturayı kapitalistlere ödetmek için şimdiden mücadeleye hazırlanmaktır.

Vurgulamalıyız ki, bu mücadeleden artık kaçış yoktur. Aksi bir tutum, yani mücadeleden uzak durmak, çok boyutlu yıkımlar yaratacak olan bir faturayı ödemeyi üstlenmek anlamına gelecektir. Biliyoruz ki, bütün onurlu işçi ve emekçiler teslimiyetten değil direnişten yanadır.

***

Dinci dikta rejiminin toplumda yarattığı dikey yarılma, yazık ki işçi sınıfında da yankısını bulmuştur. Bu vahim durum işçi sınıfının mücadele dinamiklerini kemiren bir noktaya varmış durumda. Sınıf kardeşliği temelinde birleşmek yerine şu ya da bu düzen partisi ekseninde ayrışan bir sınıfın kölelik zincirlerinden kurtulması mümkün değil!

İlerici, öncü işçiler başta olmak üzere sınıfının davasını önemseyen tüm işçiler, bu yapay bölünmenin ortadan kaldırılması için çaba sarf etmelidir! Bu yönde atılacak somut adımlar işçi sınıfını hem moral açıdan güçlendirecek hem düzenin saldırılarına karşı daha etkili bir direniş gösterebilmesini sağlayacaktır!

Kokuşmuş kapitalist düzenin krizlerinin faturasını ödemek işçi sınıfının işi değil, olmamalı da. Artık hem krizin faturasını hem kapitalizmi reddetmenin zamanıdır! İşçi sınıfı ve emekçiler için tek çıkış yolu var; o da sınıfsız sömürüsüz sosyalist bir dünya kurmak için mücadeleyi yükseltmek!