İşay Menuhin Çılgınlık ve kıyımla geçen bir haftanın ardından, manzara İsrail ile Filistin arasında barış umudunun kalmadığını gösterir nitelikte. İsrailin Batı Şeria ve Gazzeyi işgal etmesinden bu yana geçen 35 yılda, iki taraf da suikastlara, bombalamalara, terörist saldırılara ve ev yıkımlarına alışmış gibi görünüyor. Her iki taraf da kendi askerini savunma gücü veya özgürlük savaşçısı olarak tanımlıyor. Oysa ki bu askerler gerçekte her gün savaş suçlarının bir parçası oluyor. Her gün kaldırılan cenazeler ve İsrailliler arasında gelişen intikam duyguları, bizim işgalciler olduğumuz gerçeğini bulandırıyor. Ve biz ne kadar terörizm ve savaş korkusuyla yaşarsak yaşayalım, her saat başı ölen ve bizden daha derin bir korkuyla yaşayanlar Filistinliler, çünkü işgal altında olanlar onlar. Genç ve naiftim 20 yıl önce, 4.5 yıl boyu milis ve askeri yetkili olarak görev yaptığım orduya ilk katıldığımda, İsraili koruyacağıma ve komutanlarımın emirlerine itaat edeceğime yemin etmiştim. Gençtim, yurtseverdim, muhtemelen fazla naiftim. Bir asker olarak görevimin ailemi ve ülkemi korumak olduğundan hiçbir şüphem yoktu. Bir işgalin sürdürülmesi için kullanıldığım veya benden İsrailin güvenliği için hiç de gerekli olmayan çatışmalara girmem istendiği düşüncesi aklımın köşesinden bile geçmemişti. Yanıldığımı anlamam için, bir savaş (Lübnan savaşı) geçirmem, ölen birçok arkadaşa tanık olmam ve işgal altındaki topraklarda görev yapmam gerekti. 1983te işgal amaçlı görevlerde yer almayı reddettim ve bu yüzden 35 gün askeri hapishanede yattım. Bugün, binbaşı rütbesiyle hâlâ ülkemi savunuyorum, ama on yıllardır İsraili daha az güvenli ve insani bir yer haline getirmekten başka işe yaramayan bir işgalin parçası olmayacağım. Bugün yaşanan şiddet döngüsü bu gerçeğin kanıtı. Demokratik bir düzende yaşamak, insanın demokratik değerlere inanmasını ve yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmesini gerektirir. Hem demokrasiye inanmış bir yurttaş olup, hem de demokratik değerleri sürekli olarak ihlal eden biri olmak ahlaken mümkün değil. İnsanların eşitlik ve özgürlük hakkını elinden alıp, onları işgal altında tutmanın demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi yok. Beni ve benimle birlikte, silahlı kuvvetlerdeki yüzlerce başka retçiyi, binlerce İsrail vatandaşını, hükümetimizin Batı Şeria ve Gazzedeki politikasına ve eylemlerine karşı çıkmaya sevk eden, bir kuşaktır süren ve 3.5 milyon Filistinlinin hayatına hükmeden bu işgal. Demokratik değerlere olan inancım, beni işgale karşı çıkmaya yöneltti. İmzalar topladım, bildiriler yazdım ve gösterilere katıldım. Fakat bu muhalif eylemler, işgalin bir parçası olmaya ve bir yetkili sıfatıyla işgalin sürmesi için çalışmaya devam ettiğim sürece beni temize çıkarmaya yetmezdi. Bu yüzden silahlı kuvvetlerde bana doğru gelmeyen, 1967 sınırlarının ötesindeki görevlerde bulunmamı gerektiren talimatlara uymayı reddediyorum. Benden potansiyel teröristleri infaz etmemi veya sivil göstericilere ateş etmemi isteyen emirlere uymayacağım (2000 Ekiminden bu yana, 850 Filistinli benim ordum tarafından öldürüldü. Bunlardan 178i çocuk yaştaydı ve 55 kişi de infaz edildi). Ayrıca daha az şiddet içeren eylemlerin de parçası olmayacağım. Yani Filistinlileri aylarca sokağa çıkma yasağıyla hapsetmeyeceğim, sivillerin bir yerden bir yere gitmesini engellemek için barikatlar kurmayacağım, bütün Filistin nüfusunu hedef alan ev yıkımları ve benzer baskı eylemlerine katılmayacağım. Hükümetimiz Batı Şeria ve Gazzeye yönelik askeri operasyonları artırırken, İsrailin bu bölgelerdeki askeri varlığının tabiatına dair doğru bir tartışma yapmaya gerek var. Protesto benim görevim İsrailli ve uluslararası insan hakları örgütleri, Filistinlilerin haklarının daimi olarak ihlal edilmesine karşı seslerini yükseltti. Demokratik bir ülkenin vatandaşı olarak, hiçbir şekilde meşru kılınamayacak bu politikayı protesto etmenin görevim olduğuna inanıyorum. Sadece silahlı kuvvetlerde görev yapan ben ve benim gibilerin eylemleriyle ne hükümetin politikasını değiştirmek mümkün ne de barış masasına dönüş yolunu açmak. Fakat, yurttaşlarımıza işgal altındaki toprakların salt bir siyasi veya stratejik mesele olmadığını gösterebiliriz. Bu aynı zamanda ahlaki bir mesele. Onlara alternatif gösterebiliriz. İşgale hayır diyebilirler. Belki de İsraile böyle baktığımızda, korkularımızdan ileriye doğru adım atabilmemize yetecek oranda sıyrılmayı başaracağız. The New York Times/12 Mart 2002
İnşaat işçileri kararlılıkları ve militan eylemleriyle haklarını kazandılar... Bernde kararlı ve coşkulu eylem İsviçrede bir süredir inşaat sektöründe toplu sözleşme görüşmeleri yürütülüyor. Sendika ücretlerin 120 Frank yükseltilmesinin yanısıra inşaat sektöründe emeklilik yaşının 60a indirilmesini talep ediyor. İsviçrede emeklilik yaşı, birçok Avrupa ülkeside olduğu gibi 65. Bu koşullarda inşaat işçilerinin ancak %47si ölmeden emekli olabiliyorlar. İşverenler ücretlerin yükseltilmesine yanaşmadıkları gibi, emekli yaşının 60a indirilmesine de karşı çıkıyorlar. Bu koşullarda işçilerin taleplerini sokağa taşımaktan başka seçenekleri kalmadı. Bundan bir süre önce Basel kentinde Yapı ve İnşaat Fuarının önünde taleplerini sokağa taşıyan inşaat işçileri, bu hafta da başkent Berndeydiler. Yürüyüşe İnşaat ve Endüstri Sendikası (GBI) çağrı yaptı. 16 Mart günü gerçekleşen yürüyüşe 15 bini aşkın emekçi katıldı. Kortejleri, pankartları ve sloganlarıyla, kararlı ve militan tutumlarıyla işverenin taleplerini kabul etmekten başka çaresi olmadığını vurguladılar. Özellikle İtalyan Kantonundan eyleme katılan işçilerin korteji oldukça coşkuluydu. On metrelik bir bezin üzerine grev anlamına gelen Sciopero yazmışlardı. Sciopero kelimesinin i harfindeki noktayı orak ve çekiç resmiyle yapmışlardı. Alana en son giren İtalyan emekçileri, görkemli pankartları ve coşkulu sloganlarıyla adeta direniş ve zafer havası estirdiler. Miting boyunca hep birlikte Sciopero, scioero! sloganını haykırdılar. TKİP taraftarları eyleme pankartları ve flamalarıyla, BİR-KAR ise Almanca bildiri ve pankartıyla katıldı. 40 kişi alanda, greve çıkma kararı için oylama yaptıkları sandıklarla dolaştılar. 9 bini aşkın kişinin katıldığı oylama sonucunda, sandıktan sadece 30 greve gitmeyelim oyu çıktı. 18 Marttaki görüşmede işveren işçilerin taleplerini kabul etti. Emeklilik yaşı 60a indirildi ve ücret artışı sağlandı. Bu kararlı ve militan eylem sokağın gücünü bir kez daha göstermiştir. Bu tutum bundan sonraki toplusözleşme sürecinde diğer işkollarına da örnek olacaktır. İşçilerin birliği sermayeyi yenecek! BİR-KAR/İsviçre
Emperyalist savaşa karşı etkinlik 16 Mart Cumartesi günü Nürnbergde Alman anti-faşist güçleri bir yürüyüş ve miting gerçekleştirdiler. BİR-KAR da kısmen bu eyleme destek verdi ve içinde yeraldı. Eylem savaş ve halklar üzerinde yarattığı etkiler, artan yabancı düşmanlığı, iltica edenlerin yurtdışı edilmesi, sosyal ve siyasal hak gasplarına yönelikti. Miting ve yürüyüş boyunca emperyalist savaş teşhir edildi. Savaşlarda halkların nasıl birbirlerine kırdırıldığı, işkence ve hak gasplarının nasıl arttığı ve sığınmacıların nasıl sınırdışı edildiği anlatıldı. Bunun bir savaş ve işkence suçu olduğu anlatıldı, Alman devletinin gerici ve ırkçı politikası teşhir edildi. İsrail siyonizminin Filistin halkına yönelik saldırısı da protesto edildi. Devrimci tutsaklarla dayanışma etkinliği Bu arada, 18 Mart Dünya Politik Tutsaklar günü vesilesiyle, Rote Hilfe (Alman Kızıl Yardım kuruluşu) bir miting organize etti. Bizler de BİR-KAR olarak eyleme katıldık. Alman dostlarımızla birlikte ortak bir stand açtık. Stand masasının önüne Türkiyedeki politik tutsaklarla dayanışmayı yükseltelim! BİR-KAR imzalı Almanca pankart astık. Türkiyedeki cezaevleri katliamlarına ilişkin iki ayrı pano hazırladık. Almanca bildiriler dağıttık. Eylemde günün anlam ve önemine ilişkin Almanca konuşmalar yapıldı. Konuşmada Türkiyede süren Ölüm Orucu direnişine ve son süreçte gelinen 3 kapı-3 kilit çözüm önerisi üzerine açıklamalar yapıldı. İzolasyona ve tecrite hayır! BİR-KAR/Nürnberg |
|||||