Abu Walid Yok edilmek istenen Filistinliler 1948 Savaşı sırasında tam 418 Filistin köyü tamamen yok olmuştu. İnsanlıktan çıkmış ve bir halkın tarihiyle, kültürüyle ve herşeyi ile varlığını inkar eden Meir, diğer siyonist liderler ile birlikte en faşist slogan yarışmasını kazanmış olabilir. Fakat yıllar önce Meirin inkar ettiği halktan bahsederek yarışa katılan siyonistler de vardı. 1940 yılında Yahudi Milli Bankası Müdürü Yusuf Faytsın bir yazısında şu cümleler yer almıştı; O topraklarda iki halk için yer olmadığı herkes tarafından bilinmelidir. Araplar çıksalar bile bizim için yeterli olmaz. Hepsini çıkartmaktan başka yolumuz yoktur. 1967 Savaşından sonra Kinesset Başkanı Meir, Kohende şöyle demişti; İsrail Batı Şeriadan 200, 300 bin kişi daha çıkartmamak ile büyük bir hata yapmıştır. Siyonizmin görevlerini hatırlatmaya çalışan Yoram Borat da, İsrail liderlerinin görevi, zamanla unutulmuş gerçekleri açıkça ve cesaretle hatırlatmak ve anlatmaktır. Bu gerçeklerin en önemlisi de, Arapları topraklarından kovmadan ne siyonizm ne de Yahudi bir devlet olmayacaktır. demekten geri kalmamıştır. Böylece seçilmiş halk, vaadedilen topraklar, Filistinlileri topraklarından kovmak, Yeşu (bazen de Yaşova olarak yazılır) öyküsü (binlerce yıl önce Yahudilerin lideri Yeşunun Arihayı işgal ettiğinde tüm halkını öldürdüğü ve hiçbir canlı bırakmadığı savaşı anlatır) gibi temellere dayanarak sistemli bir şekilde dini öğretimli ve siyonist eğitimli nesiller yetiştirilir ve bir ordu oluşturulur. Bu ordu, girdiği her savaşta güçsüz ve mağdur durumunda görünmeye çalıştı. Ancak İsrailin bölgedeki askeri güç açısından her zaman üstünlüğü vardı. İşgalcilerin getirdiği zor koşullar ve engeller bölgedeki ülkelerin güçlenmesinin önüne geçti. İsrail, bu işgalci ve sömürgeci ülkelerin silahlarıyla savaşa giriyordu ve gün geçtikçe onların destekleriyle daha da güçleniyordu. Ancak İsrail ve sömürgeci ülkeler, medya güçleriyle sürekli olarak o gerçekleri işlerine gelecek şekilde göstermeye çalışıyorlar. 2. Dünya Savaşında ölen 6 milyon Yahudi (Amerikan Yahudi Yıllığı, 5702 sayılı 22 Eylül 1941-11 Eylül 1942 süreci ile ilgili kitabında, Alman ordusunun kontrolü altında bulunan bölgedeki Yahudilerin sayısı toplam 3 milyon 210 bin 722dir) için İsrailde anıt yapıldı ve Almanyadan tazminat istendi. Savaşın kurbanlarının sayısının 50 milyonu bulmasına rağmen, yapılan filmlerde Yahudiler savaşın tek kurbanı olarak gösterilmeye çalışıldı. Bir insanın öldürülmesi affedilmeyecek bir cinayettir ve 50 milyon ölünün içinden sadece seçilmiş halktan olanlarını hatırlamak veya bir halkın yok olduğunu iddia etmek bir cinayet değil midir? ABD ve İsrail ittifakı Soğuk savaş sırasında Sovyetlere karşı ve güvenlik adı altında (şu anda İsrailde en çok kullanılan terimdir!) savaşlara giren veya savaşlarda bir tarafı destekleyen ABD için Ortadoğunun sahip olduğu özellikler büyük önem kazanmıştır. Bir taraftan dünya petrolünün yarısını içeren bölge, öbür taraftan Asya, Afrika ve Avrupa arasında yer alması veya su kaynakları açısından önemli bir bölge olması... Tüm bunlardan öte, ABDdeki Yahudi lobisinin baskıları ABDnin İsraili desteklemesi için yeterli sebeplerdir. BMnin İsrail aleyhine verdiği kararlarda veto hakkını kullanan veya İsrailin reddettiği yüzlerce kararın uygulanması için BMnin harekete geçmesini engelleyen ABD, İsrail için bir yardım programı da hazırlamıştı. 1948-1952 yılları arasında İsrailin aldığı yardımlar nüfus olarak hesaplarsak yardım alan diğer ülkelerin 20 katını aşmaktadır. 1961 yılında başlayan askeri destek, 1972de imzalanan Kamp David anlaşmasından sonra arttı ve İsrailin girdiği tüm savaşlarda önemli katkılarda bulundu. 1990 Savaşında ABD askerlerinin müdahalesi, Suudi Arabistana yardım etmek için değil, bölgenin petrolünü yakından kontrol etmek, bölgede daha güçlü duruma gelmek, kontrol alanlarını genişletmek ve ABD veya İsraile karşı olan ülkelere iyi bir ders olması amacıyla gerçekleşmişti. 1981 yılındaki Lübnan Savaşından önce, şu anki İsrail Başbakanı Şaron şöyle bir demeç vermişti: Önümüzdeki yıllarda İsrailin etki alanı genişleyecektir. Sadece Akdenizdeki Arap ülkelerine değil, tüm Ortadoğuya, İran, Pakistan, Türkiye ve Afrikaya da uzanacaktır. Dini sloganlar ile seçimi kazanan Nitenyahu veya Şaron, BMnin verdiği tüm kararları reddederek, Kudüsten Filistinlileri çıkartarak ve çevresini siyonist yerleşim bölgeleriyle çevirmeye devam ederek, diğer ülkelerin topraklarını işgal ederek sınır güvenliğinden bahsediyorlar. İnsanlıktan bahsederek Filistinli çocukları öldürmeye devam ediyorlar. Yeşu öyküsü veya diğer efsanelere inanmak değil, onu tekrar yaşatmak ve uygulamak dincilik olur. Yeşu kitabından alınan
ve şehri yıkın. İçindeki erkekleri, kadınları, çocukları, yaşlıları ve hatta inekleri, keçileri ve eşekleri öldürünüz cümlesi üzerine Prof. Tamaren, bir okulda yaptığı ankette şu soruları sormuştu: - Sence Yeşu ve Yahudilerin davranışı doğru mudur? - Diyelim ki İsrail ordusu bir Filistin köyünü işgal etmiş, köyün halkına Yeşunun Ariha halkına davrandığı gibi davranmalı mıdır? Öğrencilerin %70i anketin sorularına evet cevabını vermişlerdi. Sonuçları açıklayan Prof. Tamaren Tel Aviv Üniversitesinden atılmıştı. Kudüsteki İbri Üniversitesinde Nazizm tarihi uzmanı Prof. Zimmerman şunları söylemişti: El-Halildeki Yahudi yerleşimlerde yaşayan çocuklara bakınız. Tamamen Hitlerin yetiştirdiği gençler gibiler. Çocukluklarından beri Arapların kötü oldukları ve Yahudi olmayanın düşman olduğunu öğrenerek, kendilerini üstün bir ırk olarak görmüşler. Tıpkı Hitlerin gençleri gibi. Okullarda olan orduda da olmaktadır. Askeri eğitim sırasında Yeşu adına bağıran askerler, 10 Mayıs 1996da Lübnana düzenlenen saldırının sonucunda, Kana katliamından sonra toplanırlar. İyi bir iş başardıkları için komutanları tarafından tebrik edilirler. Yayınlanan bir röportajda şu diyalog geçer; - Kendinizi suçlu hissetmiyor musunuz? Bugünlerde Filistin halkına yönelik saldırılar da siyonizmin planlarının ve uygulamalarının bir parçasıdır. Filistinlilerin ve özellikle çocukların yaşama haklarını aşırı ve öldürücü silahlar kullanarak ihlal etmek, cezaevlerindeki Filistinlilerin kötü koşullar altında kalmaları, işkence görmeleri ve gerekli sağlık bakımları yapılmadan hastalıklarının doğal bir işkence ve baskı aracı olarak kullanılması, sağlık ekiplerinin yaralılara ulaşmasını engellemek ve o gerçekleri yansıtmamak için basın mensuplarının bilgi almalarını engellemek, vs.. Tüm bunlar siyonizmin ve emperyalizmin bir görüntüsü ve devlet terörünün birer örneğidirler. (Bu metin daha önce İleri dergisinin |
|||||