George Monbiot George Bushun başka bir ulusla, uluslararası hukuku çiğnediğini gerekçe göstererek savaşması neredeyse gülünç. Bushun göreve geldiği günden bu yana ABD birçok uluslararası anlaşmayı deldi. Biyolojik silahlar anlaşmasını, kendi biyolojik silahları üzerinde yasadışı deneyler yaparak ihlal etti. Kimyasal silah denetçilerinin silah laboratuvarlarına girmelerine izin vermedi. Antibalistik füze anlaşmasını ihlal etti ve büyük olasılıkla nükleer deneme yasağı antlaşmasını da delmeye hazırlanıyor. Geçmişte yabancı ülkelerin devlet başkanlarına suikast düzenlenmesini de içeren gizli CIA operasyonlarının yeniden başlamasına izin verdi. Kısa menzilli silahlar anlaşmasını sabote etti, uluslararası ceza mahkemesine zarar verdi, iklim değişikliği protokolünü imzalamayı reddetti. BM Güvenlik Konseyinin onayını almadan Iraka savaş açma hazırlığına girmesi de uluslararası hukukun ihlalidir ve bu ihlal Saddam Hüseyinin BM silah denetçilerini kabul etmemesinden daha önemli bir suçtur. Ancak ABD hükümetinin savaşa girişmesinin gerçekte silah denetçileriyle hiçbir ilgisi yoktur. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı John Bolton Politikamız Bağdatta rejimin değiştirilmesini esas almaktadır ve denetçiler gitse de gitmese de bu politika değişmeyecektir dedi. ABDnin Saddama saldırmak için öne sürdüğü gerekçeler iki kez değişti. Önce Irak El Kaideye yardım ettiği için potansiyel hedef olarak nitelenmişti. Bunun doğru olmadığı anlaşıldı. Daha sonra Amerikan hükümeti, kitle imha silahları ürettiği ve silah denetçilerinin ülkeye girişini engellediği için Iraka saldırılması gerektiğini açıkladı. Şimdi, konuyla ilgili kesin kanıtlar ortaya konmadığı için silah senaryosundan da vazgeçiliyor. Yeni gerekçe ise Saddam Hüseyinin sadece var olması. En azından bu tezin doğrulanabilme avantajı var. Irakla savaş yapılmasının, savaşa gerekçe bulunmasından önce geldiği açık. Petrol meselesi dışında, bu savaş stratejik amaçlar taşımayan bir savaş. ABD, Saddam Hüseyinden korkmuyor, ancak halkını onunla korkutmaya çalışıyor. Irakın Amerikaya karşı terörizmi desteklediği konusunda kanıt yok. Kitle imha silahları kullandığı takdirde yok edilebileceğini Saddam da biliyor. Saddam dünya için, geçen 10 yıl boyunca olduğundan daha fazla tehdit oluşturmuyor. Ancak ABDnin savaşa girişmek için iç politikaya dayalı nedenleri de var. Öncelikle, Iraka saldırı teröre karşı savaşın devam ettiği izlenimini verecek. Ayrıca, tüm büyük güçlerin halkı savaşı sever. Afganistanda olduğu gibi, yabancılarla savaşmak oy kazandırır. Başkanın ve başkan yardımcısının karşı karşıya kaldığı mali skandallara yönelik ilgiyi dağıtma gereksinimi de bunlara eklenebilir. ABD büyük bir askeri-endüstriyel komplekse sahip ve bu kompleks, yüksek maliyetini gerekçelendirebilmek için savaşa gereksinim duyuyor. Bütün bu etkenlerden daha önemli olan ise, Beyaz Saraydaki şahinlerin, savaşların kendilerine sürekli gereksinim duyulacağını sağlayacağını düşünmeleri. Şahinler, kaybeden kim olursa olsun kendilerinin kazanacağını biliyor. Başka bir deyişle, ABD Iraka saldırmaya hazırlanmasaydı, başka bir ülkeye saldırma hazırlığı içinde olacaktı. ABD bir ülkeyle savaşacaktır, çünkü savaşacak bir ülke arayışı içindedir. İngiltere Başbakanı Tony Blairin de bir işgali desteklemek için pek çok nedeni var. Busha ödün vererek İngilterenin sağ kanat basınını memnun ediyor. Bushun sırtına dayanarak küresel liderliğe talip olabilir. Başkanla olan iyi ilişkileri Blaire Avrupada saygın bir rol vermektedir. Blair, özel bir ilişkiye değinerek, bir başbakanın İkinci Dünya Savaşından bu yana karşılacağı en büyük meydan okumadan da kaçınmakta. Küresel dengelerin gerçekçi bir çözümlemesi böyle bir meydan okumayı gerektirir: dünya barışına karşı en büyük tehdit Saddam Hüseyin değil, George Bushtur. Geçmişte İngilterenin en iyi dostu olan ülke, şimdi onun başlıca düşmanı haline gelmektedir. ABD, diğer ülkelere rahatlıkla saldırabileceğini keşfederken, büyük olasılıkla müttefiklerini de tehdit etmeye başlayacaktır. Doymak bilmez kaynak arayışı en karanlık sömürgecilik maceralarını anımsatırken, istekleri diğer büyük devletlerin stratejik çıkarlarıyla karşı karşıya gelecektir. Bu kaynakların kullanımının getireceği sonuçlar üzerine sorumluluk almayı reddettiği sürece, d¨nyanın geri kalan kısmı için çevre felaketi tehdidi oluşturacaktır. ABD yeni kuşak nükleer silahlar geliştirmeye başlıyor ve bunları kullanmaya da hazır görünüyor. Bu durum Ortadoğuyu cehenneme çevirebilecek gelişmelerin habercisidir ve bundan bütün dünya etkilenecektir. Başka bir deyişle ABD tüm emperyal güçlerin yaptığını yapmaktadır. Emperyal güçler imparatorluklarını güçlü bir direnişle karşılaşana kadar genişletirler. İngilterenin bu özel ilişkiden vazgeçmesi bu durumun gerçekleşmekte olduğu anlamına gelir. ABDnin dünya için bir tehlike oluşturduğunun kabulü, ona karşı direnişin gerekliliğini de ortaya koyar. ABDye direnmek ise İngiliz hükümetinin 60 yıldır izlediği politikada köklü bir değişiklik yapılması anlamına gelir. ABDye askeri ve ekonomik yollarla değil ancak diplomatik yollarla direnebiliriz. Amerikan gücüne verilecek en güvenli ve etkili yanıt, onunla işbirliği yapmama politikasıdır. İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri diplomatik düzeyde ABDnin tüm tek taraflı hareket girişimlerine karşı çıkmalıdır. Irak krizini ve Ortadoğu sorununu çözmek için bağımsız çabalar göstermeliyiz. Ve, ekonomik sorunların, gangster kapitalizminin ve aşırı askeri harcamaların Amerikanın gücünü azaltmasını, böylece dünyanın geri kalanını paspası olarak kullanmaktan vazgeçmesini ümit edebiliriz. Dostluk ancak Amerikanın çıkarları diğer ülkelerin çıkarlarıyla dengelenen bir ülke olduğunu kabullenmesiyle, kısacası, adalet ilkeleri üzerinde temellenmesiyle sağlanabilir. The Guardian/6 Ağustos |
|||||