Serhat Ararat TCnin Güney Kürdistan politikası biliniyor. Bunu birçok yazımızda değerlendirmiştik. Bu politikanın özeti şu: Kürtlerin bugüne kadar elde ettikleri kazanımları yoketmek, uluslaşma, ulusal birlik ve kendi kaderine hakim olma yolunda kaydettikleri mesafeyi yerle bir etmek! Bunun için işgal dahil her türlü yöntem ve aracı kullanmak! ABDnin Irak saldırısı sürecinde Güneyi işgal etmek ve Kürtlerin örgütlenmelerini dağıtmak, ulusal kurumlaşmalarını ortadan kaldırmak! Bu amaçlara varmak için ileri sürdükleri gerekçeler de bellidir: "Kürtler devletleşiyor, 4-5 bin silahlı KADEKli sınırlarımızın hemen ötesinde güvenliğimizi tehdit ediyor; ulusal birliğimiz ve güvenliğimiz için her türlü tedbiri almak durumundayız!" TCnin bu yaklaşımını daha ayrıntılı ortaya koymak mümkün, ama konumuz bu değil. Konumuz, İmralı Partisi KADEKin TCnin bu genel politikası içinde nasıl bir rol oynadığını bir kez daha ortaya koymaktır. İmralı Partisinin Güneydeki varlığı, kurdurttuğu partiye yüklenen işlev ve yürütülmeye çalışılan faaliyetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bunun, genel tasfiyeciliğin önemli bir ayağı olduğu rahatlıkla anlaşılır. Eski gerilla güçlerinin devrimci yurtsever anlamda bir işlevi kalmamıştır. TC ve bölge gerici güçlerine karşı şiddeti reddeden KADEK, Güney güçlerine karşı "silahlı propaganda"yı esas aldığını ilan etmiştir. İlan ettiği "Medya Savunma Bölgeleri" ile TCnin Güneyi işgal planlarına meşruiyet kazandırma çabalarına zemin sunmuştur. Propaganda düzeyinde ise devletin ve onun en sadık sözcüsü D. Perinçek ile aynı terminolojiyi kullanmakta sakınca görmemiştir. Dolayısıyla Kuzey Kürtlerinin Güneydeki gelişmeler karşısında ilgisiz ve tavırsız kalmalarını sağlamak için ellerinden gelen herşeyi yapmıştır. A. Öcalan her avukat görüşmesinde bu konuda nasıl bir çizgiye sahip olduğunu ortaya koymakta ve partisini de bu temelde yönlendirmektedir. 9 Ekim 2002 tarihli avukat görüşme notlarında devlet gör&uul;şlerini ve resmi politikayı nasıl bir pervasızlıkla dillendirdiğini ibretle okuyoruz. Öcalanın şu sözlerinin resmi bir devlet yetkilisinin sözlerinden bir farkı var mı? "Kurtuluş savaşında Kürtler ve Türkler birlikte savaştı, sonra isyan gelişti. 15 yıl savaşıldı, onca kan döküldü, İngiliz oyunudur, tavşana kaç tazıya tut. Barzani, Talabani hala bu oyunun içinde, Federal devleti tartışıyorlar, böyle bir federal devlet Kürtlere felaket getirir. İngiltere'nin parmağı var bu işte. 20'lerde oynanan oyun yine oynanmak isteniyor. Türklerin çoğu tazı, Kürtler de tavşan yine bunu yapmaya çalışıyorlar. Bu oyun bozulmalı. Kürt-Türk birlikteliği önemlidir." Kuşkusuz biçimde belli bir farklılık var: Devlet, Kürtlerin en sıradan ulusal demokratik kazanımını kanla bastıracağını söylerken, Öcalan, Kürtlerden biri olarak konuşmakta, Kürtlerin tarihini, direniş tarihini İngilizlerin oyunu olarak tanımlamakta ve Kürtlerin Güneydeki kazanımlarını federe devlet düzeyinde kurumlaştırmalarını "felaket" olarak tanımlamakta ve çok daha uğursuz, tahripkar bir rol oynamaktadır. Böylece TCnin veya başka bir yabancı gücün Kürdistan üzerindeki saldırgan politikalarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Türk devletinin rolü de "tazı" biçiminde değerlendirilerek çarpıtılmakta ve bir yönüyle "masum" gösterilmeye çalışılmaktadır. "Federe devlet Kürtler için felaket" demek! Peki, o zaman, Kürt halkı ne yapmalı, nasıl bir çözüme "evet" demeli? (Bu sorularımız, kuşkusuz, henüz gelişmelerin tam bilincinde olmayan Kürtleredir! Yoksa Öcalan ve tayfasına değildir!) TCnin çizdiği sınırların dışında Öcalanın ve KADEKin bir yaklaşımı var mı? Kuzey Kürdistan halkı için sömürge köleliğinden başka istedikleri bir şey var mı? Bütün kazanım ve değerleri tasfiye etme ve sömürge köleliği "Barış", "Demokratik Cumhuriyet" adına meşrulaştırma ve bilinçlere kazıma işlevinden başka bir rolleri ve duruşları var mı? Bunca laf yığını altında bunun dışında başka bir şey yaptıkları var mı? Yukarıya aldığımız paragrafın TCnin resmi tezi olduğundan kuşku yok. Bu, çok açık. Aslında Öcalan yeni bir şey söylemiş olmuyor. Savunmalarında ortaya koyduğu TCnin resmi tezlerini tekrarlıyor ve "Yüce devlete bağlılığını" ve "hizmetinin" gereğini yapıyor. Burada Öcalan, bir kez daha 15 yıllık savaşı "çok kan döküldü, İngiliz oyunudur" diyerek mahkum ediyor. Mahkum ediyor çünkü, 15 yıllık savaşın bilinçlerde ve belleklerde yarattığı değerler silinmeden sömürge köleliğini beyinlere yeniden yerleştirmenin, eski Kürdü yeniden geri getirmenin olanaksız olduğunu çok iyi biliyor. Unutmamak gerekiyor ki, bilinçleri, bellekleri ve ruhları teslim alma, katletme operasyonu epey mesafe almış bulunuyor. Bunu önlemek gerekir. "Ama nasıl" sorusunun da yanıtı besbellidir: Sürece örgütlü bir tarzda müdahale etmek! Görev budur! Devrimci yurtseverlikte samimi olup olmamanın ölçüsü budur! |
|||||