Seçimlerden zaferle çıkan Bush, Birleşmiş Milletlerin yeni ABD tasarısını onaylamasıyla gücünü daha da artırmış oldu. Şimdi artık kimsenin önünde duramayacağını düşünüyor. Ancak Floransa eylemlerinin de göstermiş olduğu gibi, kazandığı bu zaferler önüne çıkanların sayısını azaltmaya yetmiyor. BMnin tasarıyı onaylaması, emperyalist saldırganlığı kitlelerin gözünde zerre kadar meşrulaştırmış değil. Filistine yönelik kanlı işgal ve katliam saldırılarına müdahaleden geri duran bir BMnin kendisinin ve kararlarının hiçbir meşruluğu olmayacağı yeterince açıktır. BM onayı olsa olsa, Türk devleti gibi maşalığına kılıf arayanlara malzeme olabilecektir. Bilindiği gibi Türk devleti baştan beri ABD uluslararası desteği sağlamalıdır deyip duruyordu. Bir yandan bunu tekrarlarken, bir yandan da gençlerimizin kanı üzerinden kirli bir pazarlık sürdürüyor, Irak Kürtleri üzerinden bahane yaratmaya çalışıyordu. Pazarlıklarda son noktayı, Genelkurmay Başkanının bizzat ABDye giderek sürdürdüğü görüşmeler oluşturdu. Fakat yapılan açıklamalara bakılırsa ortada yine somut bir gelişme yok. Türkiyenin dilek ve temennileri ile ABDnin vaatleri bir kez daha yinelenmiş oldu. ABD Türkiyenin hiçbir isteğine evet demiyor, sadece bakarız, düşünürüz, uğraşırız sözleriyle yetiniyor. Örneğin, bu görüşmeye ilişkin haberlere bakılırsa, ABD yönetimi Türkiyeye 14 saldırı helikopterinin satışında kolaylık sağlamak için uğraşacakmış! Genelkurmayın baştan
beri yineleyip durduğu ve halkın haklı olarak kan pazarlığı
diye lanetlediği, 4.2 milyar dolarlık askeri borcun silinmesi isteği
de, bu gezi sırasında bir kez daha ve general Özkök tarafından tekrarlanmış
oldu. General Özkök, ABD gezisi süresince Genelkurmay Başkanı Richard
Myers, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Yardımcısı Paul Wolfowitz, ABD
Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve Güvenlik Konseyi Danışmanı Condoleezza
Rice ile görüşmeler yaptı. Savaşa ilişkin tüm ayrıntıları bizzat ilgili
kişilerle konuşmuş/kararlaştırmış oldu. Özkökün geri dönüşünün
hemen ertesinde Türkiyeye gelen bir CİA heyeti de savaşla ilgili
karar mercilerinin tepesindeki kişilerle görüşmeler yaptı. Erdoğan ve
partisi ise daha hükümeti bile kurmadan Türkiyenin Irak saldırısında
ABDye maşalık yapacağı yönünde açıklamalara başlamış bulunuyor. Türk devletinin bu konudaki kararını daha işin başında verdiği zaten biliniyor. ABD ile ilişkilerinin düzeyi, Türkiyeye, ondan gelen bir isteğe hayır diyebilme şansı da bırakmıyor. Türkiyenin bir takım isteklerde bulunması işin özüyle değil, daha ziyade görüntüsü ile ilgilidir. İstekleri yerine getirilse de getirilmese de Türkiye bu savaşa katılacaktır. Amerika, her zamanki gibi kendi emperyalist çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket ettiğinden, Türkiyenin isteklerini büyük oranda gözardı etmektedir. Körfez Savaşının faturası ortada iken, Afganistanın faturası hiç gündeme getirilmezken, Iraka yönelik yeni saldırının faturasını Amerikanın tek başına üstlenmesini kimse beklememelidir. Bu fatura da, Türkiye başta olmak üzere, öncelikle müttefik adı verilen Amerikan uşaklarının yönetimde oluğu ülke halklarına kesilecektir. Kaldı ki, Amerika parasal olmayan konularda dahi Türkiyenin isteklerine taviz verme eğilimi göstermiyor. Türkiyenin en hassas olduğu konuların başında Kürt meselesi geliyor. Iraka müdahale gündeme geldiğinden beri Türk yöneticiler döne döne Irakta bir Kürt devleti kurulmasına göz yummayacaklarını tekrarlayıp duruyorlar. Ancak Kuzey Irakta süreç hızla ilerliyor. Amerikan uydusu bir Kürt devletinin organları parça parça oluşturuluyor. Elbette Amerikanın destek ve yönlendirmesiyle gelişiyor bunlar. Türkiyenin ikinci temel kozu olan Türkmenler meselesini ise Kürt hassasiyeti kadar bile dikkate almıyor ABD. Irakta güya savaş sonrasının planlandığı toplantılara Türkmenler çağrılmıyor bile. Artık Türk yöneticiler de Musul-Kerkük üzerine hayalleri fazla öne çıkarmıyorlar. Baş hassasiyetleri olan Kürt meselesin ise Iraklı Kürt liderlerle konuşup görüşmek zorunda kalıyorlar. Son gelişmeler ve Türk devletinin tutumundaki bu değişiklikler, savaşın artık tüm ciddiyetiyle karşılarında durduğunu gösteriyor. Ama savaş makinası asıl işçi ve emekçilerin, gençlerin üstüne sürülmektedir. Dolayısıyla işi ciddiye alması ve gereğini yapması gerekenler de asıl olarak onlardır. İşçi-emekçi kitlelere ve gençliğe savaşın ciddiyetini ve savaş karşıtı mücadele görevlerini anlatmak ve mücadeleyi bizzat örgütlemek görevi ise sınıf devrimcilerinin önünde durmaktadır. Hazırlanan savaşa ilişkin iki temel konu kitlelere döne döne anlatılmak zorundadır. Birincisi, bu savaş Amerikan emperyalizminin çıkar ve hedeflerini tesis etmek için yapılacaktır. Emperyalizm bizim düşmanımız, Irak halkı ise kardeşimizdir. Dolayısıyla Türkiyenin böyle bir savaşta Amerikan maşalığı yapması, gençlerimizi Amerikan askeri haline getirmesi engellenmelidir. İkincisi, Türkiye savaşa katılmasa bile, Türkiyeli işçi ve emekçilerin önünde kardeş Irak halkıyla dayanışma sorumluluğu durmaya devam edecektir. Türkiye ABD emperyalizminin ateşe vermeye hazırlandığı coğrafyada yer almaktadır. Bölge halklarının dayanışması sağlanmadıkça, bölgedeki hiçbir ülkenin ve halkın emperyalist saldırı ve savaştan korunması mümkün olmayacaktır. Amerikanın hedefinde bugün Irak vardır. Yarın başka bir bölge ülkesi olacaktır. Ardından bir başkası hedef haline getirilecektir. Ciddi bir direnişle karşılaşmadığı sürece ABDnin bu saldırganlığını sürdüreceği çok açıktır. Halkların emperyalist saldırganlığa karşı dayanışma ve direniş dışında hiçbir çıkar yolu bulunmamaktadır. Emperyalist savaş ve saldırganlığa
karşı mücadelenin dünya çapında yükselmekte olduğu ve bu harekete savaş
bölgesindeki Türkiyeden çok daha güçlü bir eylemlilikle dahil
olmak gerektiği de ortadadır. Dünya ölçüsünde yükselen mücadele umut
verici olmakla birlikte, bize düşen görev kendi öz güçlerimizi harekete
geçirmek, kendi direnişimizi örgütlemektir. Bu ihtiyaç aynı zamanda
ülke devrimimizin geleceği açısından da büyük bir önem taşıyor. Anti-emperyalist
mücadele görevleri ile devrimci mücadele görevleri birlikte ve içiçedir.
Biri için yükseltilen mücadele diğerini besleyip güçlendirecektir. Sınıf
devrimcileri döneme ilişkin görevlerine bu bakışla sarılmalı ve tüm
güç ve imkanlarıyla emperyalist savaşa karşı mücadeleyi örgütleme faaliyetine
yüklenmelidirler. |
|||||