AKP-YÖK çatışması...
Demokrasi havarileri neyin kavgasını veriyor? AKP hükümetinin geçtiğimiz günlerde açıkladığı Acil Eylem Planının üniversitelere dair değişiklikleri içermesi nedeniyle YÖK ile hükümet arasında başlayan gerginlik, üniversite tartışmasını aşarak politik bir tartışmaya dönüşmüş durumda. AKP ve YÖK dışında da muhataplar kazanan tartışmanın tarafları birbirlerini Ortaçağ karanlığı içinde olmakla itham ederlerken, kendilerini de çağdaşlığın ve demokrasinin temsilcisi ilan ediyorlar. Tartışma tarafların birbirlerinin meşruluğunu sorguladıkları bir düzeye ulaştı. AKP, üniversiteleri demokratikleştirecek reformları yerine getirmek üzere bir program ortaya koymuş ve hangi nedenle olursa olsun 1993-94ten itibaren üniversiteyle ilişiği kesilmiş tüm öğrenci, öğretim görevlisi ve memurların afla geri dönmeleri, denkliği kabul edilmeyen kimi yabancı üniversitelerin YÖK tarafından tanınmaları, bazı üniversitelerin bölünerek sayılarının arttırılması, bütün üniversitelerin açıköğretim fakültesi açabilmeleri vb. düzenlemeleri içeren bir paket hazırlamıştı. YÖK ise böylesi düzenlemeleri üniversitenin amaçlarına ve laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkesine aykırı bulduğu için uygulamayacağını açıkladı. Gerginliğin gerisinde ne var? Aslında yaşanan son derece açıktır. AKP, kendisine tek başına hükümet olma şansını veren tabanını küstürmemek için gerçekte fazla bir şey ifade etmeyen değişiklikler yapmaya kalkışmış, devletin yüksek katlarınca da YÖK maşası kullanılarak buna şerh konulmuştur. AKPnin önerdiği değişiklikler içerisinde türban sorunu çözülmüyor, sadece bu sebeple okuldan atılanlara tekrar kayıt hakkı tanınıyor. Bu insanların okullarına dönmek için türbanlarını yine de çıkarmak zorunda olmaları durumu değiştirilmiyor. Fakat AKPnin düzenin sınırlarını ve hassasiyetlerini böylesine gözeten tutumuna rağmen, gerçek iktidar sahipleri devreye girerek sorunu AKPyi hizaya getirmek için iyi bir malzeme olarak kullanıyorlar. Hatırlanırsa üniversiteler, 28 Şubat sonrasında da bu hizaya getirme operasyonlarının arenası lagelmişti. Yani başta ordu olmak üzere gerçek iktidar sahiplerinin bugün için AKPnin tabanını rahatlatmasına dahi tahammülü yok. Bu nedenle vakit kaybedilmeksizin karşı atağa geçildi. Sadece YÖK Başkanı Kemal Gürüz değil, fakat onu takiben Rektörler Komitesi ve burjuva medyanın bilinen kalemleri düğmeye basılmışçasına teyakkuza geçerek, bu istemleri laikliğe yönelmiş bir saldırı olarak taşa tuttular. Oysa meseleyi bir şeytan taşlama ayinine çeviren her iki taraf da üniversitelerin baskıcı, anti-demokratik ve sermayenin hizmetinde kurumlar olmaları için çalışıyor. AKPnin geçmişi, bugünün ve geleceğinin güvencesidir AKP, üniversitelerdeki mevcut yapıyı dönüştürmek derdinde değildir. O bugün için tabanın hassasiyetini gözetmekte, ilerisi için mevcut yapıyı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya olanak tanıyacak düzenlemelerin önünü açmayı hedeflemektedir. Nitekim varolan üniversitelerin bölünerek yeni üniversiteler kurulması düşüncesi, bu yeni üniversitelere hükümet tarafından atanacak rektörler sayesinde subaşlarını tutma girişimidir. Ya da yabancı üniversitelerin denkliğinin kabul edilmesine yönelik çaba, El-Ezher gibi yerlerde eğitilenlerin AKP kadroları olarak üniversitelere yerleştirilmesi içindir. Bir diğer gerçek, AKPnin öğrenci muhalefetini kendi küçük hesaplarına yedekleme çabasıdır. Hükümet ve gerici köşe yazarları anadilde eğitim talebi yüzünden okullardan atılan öğrencileri demagojik bir biçimde kullanmaktadır. Fakat bu ikiyüzlüce tutumun sahipleri, geçen yıl bu öğrencilerin terör ve şiddetle bastırılması karşısında tek bir somut girişimde bulunmamış, dahası bazıları bizzat bu şiddetin uygulayıcıları olmuşlardır. YÖKün karşı atağının ardından MEB tarafından bir açıklama yapılarak, Hükümetimiz çağdaş, üretken, demokratik, laik ve özgürlükçü bir üniversite ortamını ilgili tüm tarafların katılımıyla gerçekleştirmekte kararlıdır denildi. İlgili tüm taraflar olarak da bilim dünyası, iş dünyası, öğrenciler ve çok farklı toplumsal kesimler sıralanıyor. MEBin samimi olduğu tek nokta iş dünyasını karar alma süreçlerine katma azmidir. Komünizmle Mücadele Derneklerinden bugüne, dinci gericiliğin gerçek yüzünü pratik içerisinde tanımış olan gençlik, elbette bu sahtekarların oyunlarına yedeklenmeyecektir. Geçmişte her türlü ilerici hareketin karşısına dikilenlerin bu kimlikleri değişmemiştir. Bunun en açık kanıtı, demokrasi ve özgürlük söylemlerinin bol keseden kullanıldığı bugünlerde yaşanan olaylardır. 6 Kasımda parasız, bilimsel, demokratik bir eğitim için alanları dolduran öğrencilere azgınca saldıranların bilimsel eğitim için parmaklarını kıpırdatmayacakları biliniyor. Bilimsel eğitim adına huşu içinde konuşanlar, Sivasta 6 Kasım eylemine katılanların neden tutuklandıklarına karşı tek bir açıklama yapmıyorlar. YÖKün demokrasi aşkı YÖK ise Kemal Gürüzün ağzından yaptığı agresif açıklamalarla gerilimi tırmandırdı. Biz, okullarımıza kurulan karakollar, açılan soruşturmalar ve mecliste bekleyen yasa tasarısından, YÖKün savunduğu demokrasi ve bilimsellik anlayışının ne menem şeyler olduğunu biliyoruz. Peki AKPnin de bunları değiştirmek gibi bir hedefinin olmadığı ortadayken, YÖKün bu fevri çıkışının nedeni nedir? Açıktır ki YÖK, MGK güdümünde çalışan bir kurumdur. Geçmişte her MGK toplantısının ardından yapılan gizli görevlendirmede YÖKe de bir emir gönderilir ve uygulanması denetlenirdi. Bu aynen sürmektedir. Devletin her gündemi YÖK tarafından da itinayla ele alınır. Newrozun Türkleştirilmesi seferberliği esnasında, profesör sıfatını utanmazca taşıyanlar konuyla ilgili açıklamalar yapmıştır. Aynı şekilde Ermeni soykırımı, türban tartışması, savaş destekçiliği vb.de üstlendiği rol bilinmektedir. İller düzeyinde yapılan koordinasyon toplantılarına il emniyet müdürü, sağlık müdürü, orman şefliği vb.nin yanında ildeki üniversitenin rektörü de katılıp görev almaktadır. Görülüyor ki, devletin en özel ve derin kurumlarından biri olan YÖK, bu misyonunu mevcut tartışmada dayerine getirmektedir. Onu destekleyen besleme burjuva yazarları ve rektörlerin konumları ise zaten biliniyor. Kemal Gürüz histerik bir biçimde sanki kendilerini susturan varmış gibi: Konuşacağız, maliyeti ne olursa olsun. Herkes konuşacak, üniversiteler susacak. Böyle şey olur mu? diyor. Fakat biz yıllarca üniversiteyi susturanların başında kendisinin geldiğini gayet iyi biliyoruz. Keza düzenlemenin bilimselliğin önünü tıkayacağını iddia eden Gazi Üniversitesi Rektörü Rıza Ayhan, bu okulda biyoloji bölümündeki derslerde ayetlerin referans alındığını unutmamalıdır. Onlar ne demokratik üniversiteyi, ne de bilimi savunabilirler. Sadece Kemal Gürüz döneminde 500ün üzerinde öğretim görevlisi çeşitli disiplin cezalarına çarptırıldı. Yine son 6 yıl içerisinde 151 öğretim görevlisi üniversiteden ihraç edildi. Bu dönemde atılan öğrenci sayısı ise 3 bini geçiyor. YÖKün gerçek kimliği bu tabloda ifadesini buluyor. Fakat af çıkarmaya çalışanların da bu tabloyu ortaya çıkaran YÖK Kanununa dokunmak gibi bir niyetlerinin olmadığı açıktır. Rektörlere öğretim görevlilerini ihraç etme yetkisi veren madde şöyledir: Gerekli gördüğü hallerde üniversiteyi oluşturan kuruluş ve diğer personelin görev yerlerini değiştirmek veya bunlara yeni görevler vermek. AKPnin niyeti bu maddeyi kaldırmak değil, aksine bu maddeyi pekiştirerek kendi kadrolaşma hevesi için kullanmaktadır. Üniversiteler gençliğin mücadelesiyle özgürleşecek! Gençliğin gündemi somut ve bellidir. Biz, YÖKü ve onun sahibi olan sermaye devletini yerle bir edene kadar susmayacağız. İçine çekilmeye çalıştığımız gerici çatışmaların değil, geleceğin tarafında olacağız; geleceğimizi kazanmak için sınıf savaşımında yer tutacağız. Bu tartışmalarla perdelenmeye çalışsa da, YÖK yasa tasarısı ve üniversitelerimizin tamamen sermayenin arka bahçesine dönüştürülmesi süreci devam ediyor. Yakında YÖK yasa tasarısının mecliste görüşülmesi bekleniyor. Gerçek kavganın iki tarafı vardır. YÖKüyle, AKPsiyle bize geleceksizliği dayatan sermaye diktatörlüğü ve bizim geleceğimiz için kavgaya çağıran işçi sınıfının devrimci mücadelesi. Gençlik seçimini doğru yaptığında geleceği kazanacaktır. Genç komünistler |
|||||