Bolivya halkı yaklaşık bir ay süren görkemli bir direnişin sonucunda, Washingtonun piyonu olan devlet başkanı Gonzalo Sanchez de Lozadayı devirmeyi başardı. Haftalar boyunca ülkeyi baştan başa bir toplu isyan atmosferinin sardı&c.rren;ı bir ortamda, Gonzalo Sanchez de Lozada, bu direnişi gıdasını dışarıdan alan uluslararası terörizmin bir uzantısı olarak tanımlıyordu. Ancak rejim onlarca emekçiyi katletmekle direniş dinamiğini kıramadı. Sonuçta, Gonzalo Sanchez de Lozada istifasını verir vermez anavatanı ABDye kaçmak zorunda kaldı. Böylece kimin yabancı güçlerin ajanı olduğu ve hesabına çalıştığı kendiliğinden açığa çıkmış oldu.
Kızılderili köylü hareketinin ön saflarda yer aldığı ve toplumun tüm emekçi sınıf ve katmanlarını harekete geçiren Bolivya halkının bu direnişi, son dönemde dünya ölçeğinde eşine ender r.stlanan bir emsal teşkil etmektedir. Çünkü, Bolivya halkı ABD emperyalizminin ve onun beşinci kolu konumundaki Bolivya ordusunun koşulsuz desteklediği devlet başkanını devirmeyi başarmış ve üstelik ülkeyi anında terketmek zorunda bırakmıştır. Bolivya ile aynı kategoride yer alan ve kıyaslama kriterlerine uygun olan başka ülkelerde benzer netlikte ve görkemde bir örneğe rastlamak mümkün değildir.
Gonzalo Sanchez de Lozada Bolivyanın Carlos Menemidir. Menem döneminde Arjantinde uygulamaya konulan liberal iktisadi politikalar, birkaç yıl boyunca uluslararası mali kuruluşlar tarafından selamlandıktan, örnek göst.rildikten sonra, dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Arjantini iflasla yüzyüze bıraktı. Onyıllar önce bu ülkeye sığınan Almanlar, İtalyanlar bir an önce Avrupaya kaçmanın yollarını arıyor, kavgasını veriyorlar. Gonzalo Sanchez de Lozada ilk kez başkanlık yaptığı 1993-97 yılları boyunca uyguladığı özelleştirme politikası ile benzer ölçekte bir liberalizmi Bolivyada hayata geçirdi. Ülkenin kapıl rını spekülasyoncu yabancı sermayeye açtı, kamu kuruluşlarını vurgunculara peşkeş çekti. Yani, bugünkü isyanın nesnel altyapısını çok daha önce hazırlandı.
Bolivya halkı, başta Latin Amerika kıtası olmak üzere sayısız başka ülkedeki emekçi halk kitlelerinin özledikleri ama hayata geçirmekte güçlük çektikleri eylemi başarı ile sonuçlandırmıştır. Boliv.a halkı toplu ve birleşik, onun için de uzun ömürlü ve güçlü bir direniş örgütlemeyi başarmıştır. İşçiler, köylüler, memurlar, öğrenciler, aydınlar birlikte hareket ederek güçlü bir cereyan estirince, başka toplumsal katmanlar da direnişten yana tavır almak zorunda kaldılar. Bunun en uç düzeydeki kanıtı ordunun tavrıdır. Ordunun üst kademeleri Pentagonla olan derin samimiyetlerinden öt&.uml;rü Gonzalo Sanchez de Lozadanın en sadık destekçileriydiler. Direnişi kırmak için ordu birkaç gün içerisinde 83 emekçiyi katletti. Fakat, kitle hareketinin yarattığı basınç çok gçmeden ordunun alt kademelerinde tedirginlik yarattı. Başkent La Pazı korumakla görevli zırhlı tugay, 16 Ekim günü, maden işçilerinin başkente doğru başlattıkları yürüyüşün yolunu kesmeyi ve iş&cc.dil;ilere saldırmayı reddetti. Bu tavır sonucunda generaller ülkenin yüzyüze bulunduğu krizin derinliğini kabul ettiler ve sonuç çıkarmakta gecikmediler. Ertesi sabah ordu Gonzalo Sanchez de Lozadayı destklemeyi artık gereksiz bulduğunu uygun bir dille muhatabına iletince, birkaç saat sonra devlet başkanı teslimiyet bayrağını çekmek zorunda kaldı ve çareyi Amerikaya kaçmakta buldu.
Burada söz konusu olan alt kademe subayların yurtseverliği değildir. Kaldı ki Pentagonun biçimlendirdiği Latin Amerika ülkelerinin ordularında bu tür duygu ve reflekslere rastlamak zordur. Bunun sırrı halk h.reketinin kudretinde yatmaktadır. Devrimci bir perspektife sahip olmamasına karşın emekçi kitlelerin birleşik eylemi düzenin temellerini sarsmış, onun en sadık bekçilerini terreddüt içinde ve boşlukta bırakmıştır. Başta yeni başkan Carlos Mesa olmak üzere devrik hükümette yer alan bazı bakanlar krizin derinliğini ve direnişin kudretini erken kabul ettiler ve Gonzalo Sanchez de Lozadadan hemen uzaklaştılar.
ABD emperyalizminin arka bahçesi saydığı Latin Amerika kıtasında, bir dönemdir ara verilen tarihsel bir gelenek mevcuttur. Benzer durumlarda bir askeri darbe düzenlenerek sorun çözülmeye çalışılır. Washington.bu kez Bolivyaya aynı reçeteyi uygulamayı göze alamadı. Bunun nedeni sadece Bolivya halkının uşak iktidara karşı topluca ayağa kalkmış olması değildir. ABD emperyalizmini ihtiyatlı davranmaya ve La Pazdaki sadık uşağının kovulmasını sineye çekmeye zorlayan bir başka faktör olarak Irak halkının direnişi gösterilebilir. Irak seferi ile ABD emperyalizminin dünya kamuoyunda ne kadar teşhir olduğu ve içinden çıkmakta ne kadar.zorluk çektiği biliniyor. Eğer Pentagon Bolivyada orduya darbe yapma emri verseydi, böyle bir inisiyatif gerek Bolivya halkı ve gerekse de dünya kamuoyu tarafından dolayımsız olarak bu ülkenin doğal gazınıgaspetme olarak tanımlanırdı. Çünkü, direnişin patlak vermesinde ve yaygınlaşarak genelleşmesinde katalizör fonksiyonu gören doğal gazı gaspetme projesi oldu. Dolayısıyla, ABD emperyalizmi ikinci bir cephe açılmasını öze alamadı ve geri adım atmak zorunda kaldı.
Kapitalizmin tanımını yaparken, en özlü biçimde, herşeyin satılık olduğu bir sistem diyerek başlarız. Evet, bu sistemde herşey kapitalistlerin kâr hırsı uğruna satılıktır, herşeye bu gözle bakılır. Buna doğa da dahildir. Bu nedenle yerküremiz, insanı ve doğası ile birlikte tehdit altındadır. Çünkü hem bu sistemin yolaçtığı kirlilik nedeniyle, hem de doğal zenginliklerin paraya dönüştürülmesi amacıyla dünyamız tükenme tehdidi yaşamaktadır. Buna güncel bir örnek olarak orman alanlarını verebiliriz. Ülkemizde orman yasası ile orman yangınlarının çoğalmasının eş zamanlı gelişmesi bir rastlantı değildir, bu yangınların hangi kâr hesabıyla ortaya çıktığı açıktır.
Ormanların insanlık için yaşamsal önemi ortadadır. Ama kâr hırsı uğruna rahatlıkla gözden çıkarılabilmektedir. Orman yasası da buna hukuksal desteğini sunmuş bulunmaktadır. Aslında bunda şaşılacak bir şey yok; 12 Eylül döneminin çevre yasasındaki özel vurgu, önce ekonomik kazançtır!
Genelde ormanlar milli servet olarak adlandırılır. Ama, son yaşananların da gösterdiği gibi, milli sınırların sınırı sermayenin ihtiyaçları kadardır. Türk devleti geçmişte yabancı uzmanlarla plan- proje yapmayı tercih ediyor, bilim tekellerinin mensuplarını çağırıyordu. Şimdi buna da gerek kalmamıştır, yerli bilim uzmanları bu işi yerine getirmektedir. Örneğin Ovacıkta siyonürlü maden aramaya TÜBİTAK onay vermişti. Kapitalizmde bilim ahlakının sınırı da sermayenin ihtiyaçları kadardır.
Kâr hırsı uğruna doğa katliamı kapitalizmin doğal sonucudur. Örneğin, Avrupalı, Japon ve ABDli kereste şirketlerinin kârları uğruna yağmur ormanları hızla tükeniyor (Yağmur ormanları dünya hava kirliliğini büyük oranda temizlemektedir.) Aynı şey kağıt endüstrisi için de geçerlidir. 1 ton kağıt üretebilmek için 30 yaşında 60 ağaç, 3000 kw/saat elektrik , 60 bin lt su ve 400 kg fuel-oil kullanılmaktadır. Sadece son 10 yılda dünyada Türkiyenin 2.5 katı kadar orman alanı yokedildi. Uluslarası sermaye ve yerli işbirlikçileri, endüstriyel amaçla ormanları tükettikleri gibi, Afrikada olduğu gibi emperyalist ülkelere borcun tahsili olarak da ormanlar yok ediliyor.
Ormansızlaştırma oldukça ağır bir tahribata yolaçmaktadır. Öncelikle ormansızlaşma ile erozyon artar ve toprak verimsizleşir. Bu da insanlık için uzun vadede kıtlık demektir. Ormansızlaşma ile karbodioksit miktarı da artar, bu nedenle iklim değişiklikleri, sera etkisinin artması ve küresel ısınma meydana gelir.
Ormanların diğer yaşamsal önemli ise şudur; ormanlar yazın sıcaklığı 5-8 derece düşürür, kışın ise 1-3 derece artırır ve nemi sabit tutar. 1 hektar ladin ormanı 32 ton, kayın ormanı 68 ton, çam ormanı ise 40 ton toz emebilir. 25 m boyundaki bir kayın ağacı saatte 1.5 kg oksijen üretir. 100 yaşındaki bir kayın ağacı ise saatte 40 kişinin çıkardığı karbondioksiti yokeder ve 30 bin litre su çekerek erozyonu önler.
Ormanların yaşamsal önemi ortadayken emperyalist-kapitalist sistemde ormanlar hızla tüketiliyor. Saatte 3 bin dönüm orman yokoluyor. Türkiye ise dünyada ormanlarını en hızlı tüketen 2. ülke durumunda (1. ülke İran). Orman arazilerinin sermayenin iştahını nasıl kabarttığı ortada. Türkiye, 1980de ormanlık alanı en çok olan 33. ülke iken, 1990da 55. sıraya düşmesiyle bunu gösteriyor. 80 sonrası uygulanan neo-liberal politikalarla bunun önü iyice açılmış oldu. Sermayenin çıkarları herşeyin üzerinde olduğundan, bugün ülkemizde ormanların sadece %2lik bir kısım koruma altındadır. Geri kalanı sermayenin talanına açılmıştır.
Bu sistem devam ettikçe, doğal çevre ve insanlık için gelecek oldukça karanlıktır. Ancak sosyalizm yolunda mücadele ile kurtuluş mümkündür. Çünkü, ancak sosyalist bir düzende çevre sağlığı toplum sağlığının vazgeçilmez koşulu sayılır, kapitalizmden miras çevre tahribatı giderilebilir ve doğanın korunması için köklü önlemler alınır.