Ermenekte geçen hafta meydana gelen grizu patlaması bir gerçeği bir kez daha gösterdi. 10 işçi izinli oldukları bir günde mesai yaparak, tatilde yüzlerini göremedikleri çocuklarıyla daha fazla zaman geçirebileceklerini düşünüyorlardı. Böylece sömürü çarklarından bir nebze olsun kurtulmayı ve beş uzun gün dinlenmeyi düşlemişlerdi. Fakat bu düşleri gerçekleşmediği gibi canlarına maloldu. Bayrama denk gelen bu acı olayın daha çok sonuçlarına dikkat çekildi sermaye medyası tarafından. Madende grizu patlaması olmuş, ilk önce üç işçi ölmüş, daha sonra haber alınamayan diğer işçiler de ölü bulunmuşlardı. Hep yaşanan acının büyüklüğünden dem vuruldu.
Bir de sermaye devletinin göstermelik olarak maden şirketinin mali işler sorumlusu ile şirketin mühendisini gözaltına aldığını, böylece güya sorumlular hakkında işlem yapıldığını göstermek istiyorlardı bize. Fakat bunun kaba bir aldatmaca olduğunu artık kimse için bir sır değil. Zira aynı şey Marmara ve Düzce depremlerinde de yaşandı. Göstermelik olarak birkaç müteahhit yargılandı, daha sonra serbest bırakıldı. Şimdi yine aynı oyun sahneye konuluyor. Olayın sıcaklığında birkaç gözaltı oldu. Olayın sıcaklığı geçince günah keçileri de serbest bırakılıp, olay sanki hiç yaşanmamış gibi unutulmaya terkedilecek.
Bu katliamın sonucunu böyle konu edenler, iş nedenlerine gelince es geçmeyi bilinçli bir şekilde tercih ediyorlar. Zira bu katliamın nedenleri sistemi ayakta tutan nedenlerde saklı. Bu katliamın altında, sermayenin özelleştirme politikaları yatıyor, sermayenin insan canı pahasına daha fazla kâr hırsı yatıyor, alınması gereken önlemlerin alınmaması ve insan hayatının hiç olarak görülmesi yatıyor. İşte bu nedenler bizi alıp dosdoğru kapitalizmin mantığına götürüyor: Kâr, daha fazla kâr!
İşte bu nedenle sermayedarlar insan hayatını hiçe sayıyorlar. Bizzat devlet yetkilileri katliamın olduğu maden ocağının gerekli şartları taşımadığı açıklamak zorunda kaldılar. Ancak aynı felaketin yaşanmaması için çevre madenlerde kontroller yapılıp önlem alınacağına, sadece vali tarafından uyarılmak uygun görülmüş!
Daha on yıl öncesine kadar kapitalizmin dünyaya refah getireceği hararetli bir şekilde tartışılıyordu. Bu on yıl gösterdi ki, kapitalizm, refah bir yana, vahşi kapitalizm dönemine geri dönmüş bulunuyor. İşçi ve emekçileri iliklerine kadar sömürmek yetmiyor, onların canlarını de ellerinden alıyor kapitalizm. Maden patlamaları daha büyük olduğu için duyuyoruz. Bir de hergün farklı işyerlerinde birer ikişer ölen, yaralanan, onlarca, yüzlerce işçi-emekçi var.
Peki suçlu kim? Elbette sermaye sınıfı, elbette alması gereken önlemleri almamasına göz yuman ve onu her bakımdan teşvik eden sermaye devleti, elbette özelleştirmeyi kurtuluş olarak gören/gösteren sermaye medyası. Onlar aynı sınıfın çıkarları için çalışıyorlar. İşçi ve emekçilere karşı kendi görevlerini icra ediyorlar.
Asıl suçlu biziz! Vahşi çalışma koşullarına karşı hayır demediğimiz, ölümümüz pahasına bunlara katlandığımız için. Herşeyden önemlisi örgütlü gücümüzü gösteremediğimiz için.
Devrimci kurumlara dönük devlet terörü devam ediyor. Bunun son örneklerinden biri de Esenyurtta yaşandı. 1 Aralık sabahı Esenyurtta bir üst geçide bomba süsü verilmiş bir pankart asılmasını bahane eden jandarma, mahkemeden İşçi Kültür Evinde ve aynı bölgede bulunan Güney Kültür Merkezinde bombalı eylem hazırlığı yapıldığı yalanına dayalı bir karar çıkartarak aynı gün akşam saatlerinde bu kurumlara baskın düzenledi.
Akşam saat 20.00 civarında uydurma gerekçelere dayalı mahkeme kararıyla Esenyurt İşçi kültür Evine gelen jandarma ekipleri içerdekilerin kimliklerini kontrol edip arama yaptı. Göstermelik aramadan sonra jandarma, aralarında İşçi Kültür Evinin bağlı olduğu şirketin yöneticisi Murat Elverişlinin de bulunduğu dört arkadaşımızı tamamen keyfi gerekçelerle gözaltına alarak karakola götürdü. Ayrıca bir pankarta da el koydu. Kimlikleri sahte olduğu gerekçesiyle karakola götürülen 3 arkadaşımız gece geç saatlerde serbest bırakılırken, şirket yöneticisi Murat Elverişli, hakkında gıyabi tutuklama kararı olduğu iddiasıyla salıverilmedi. Sonraki gün gıyabi tutuklama kararını veren Beyoğlu 9. Asliye Ceza Mahkemesine çıkartılan Murat Elverişli, ardından söz konusu bombalı pankartı astığı iddiasıyla DGMye sevedildi ve hakkında dava açıldı.
İşçi Kültür Evi, yıllardır Esenyurtta faaliyet yürütmektedir ve ne tür çalışmalar yaptığı da dostun düşmanın bilgisi dahilindedir. Esenyurt İşçi kültür Evi devrimci bir kurumdur. Gücü ve olanakları ölçüsünde işçi sınıfının davasına hizmet etmeye çalışmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere bu katkısını esas olarak kültür-sanat alanından yapmaya çaba göstermektedir. Dolayısıyla bombalı eylem hazırlığı yapmak veya bu nedenle basılmak için akla gelebilecek en son yerlerden biridir. Jandarma ve JİTEM de bunu son derece iyi bilmektedir.
Durum bu kadar açıkken bölgede gerçekleştirilen pankart asma eyleminin sorumlularını ve kanıtlarını İşçi Kültür Evinde (ya da Güney Kültür Merkezinde) aramaya kalkmanın hiçbir inandırıcı açıklaması yoktur. Dolayısıyla jandarmanın niyeti üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir.
Jandarmanın asıl tahammül edemediği, kendi bölgesinde bir devrimci kurumun olması ve faaliyet yürütmesidir. Engel olmak istediği, işçilerin İşçi Kültür Evi vasıtasıyla devrimci sanatla, düşünceyle ve faaliyetle yüzyüze gelmesidir. Buna şaşırmıyoruz. Zira düzen bekçilerinin efendilerinin saltanatını korumak için her türlü kirli yöntemi, yalanı kullanmaktan kaçınmadıklarını, kaçınmayacaklarını iyi biliyoruz.
Biz gücümüzü işçi sınıfının tarihsel haklılığından alıyoruz. Karşımızdakiler ise çürüyüp kokuşmuş sermaye düzenini temsil ediyorlar. Bir mahkeme kararı çıkartmak için kırk yalana başvuranların, uydurma gerekçelerle orayı burayı basanların ve kendi yasalarının en basit hükümlerini bile hiçe sayanların başka bir şeyi temsil etmesi de zaten mümkün müdür?
O nedenle bu kirli yöntemler, saldırı ve devlet terörü sonuçsuz kalmaya mahkumdur. İşçi Kültür Evi, tüm engellemelere, baskı ve yıldırma politikalarına göğüs gererek yolunu yürümesini bilecektir.