8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü yaklaşıyor. Bahar sürecinin açılışını yapacak olan 8 Martı bu yıl, derinleşen ekonomik krizin yarattığı yoksulluk ve sefalete ek olarak, emperyalist savaş ile karşılayacağız. Türkiye savaşın bir parçası olarak, son hızla hazırlıklarını tamamlıyor. Devletin emperyalistlerle yaptığı kan pazarlığı sonucu bu savaşta ülkenin emekçileri ciddi bir yıkım ile karşı karşıya kalacaklar. Önümüz bahar ve 1 Mayısa kadar mücadele tarihimiz açısından temel önemde bir dizi gündem ile karşı karşıyayız. İşçi ve emekçileri ilgilendiren mevcut sorunları ve beraberinde her gündemi emperyalist savaş ile birlikte ele almak ve savaşa karşı mücadeleye yöneltebilmek durumundayız. Kuşkusuz bunlardan ilkini 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü oluşturuyor. *** Bu yıl 8 Martta emperyalist savaşa karşı mücadele bilincini kadınlar arasında geliştirebilmek asli hedefimiz. 8 Martta yürüteceğimiz kampanyada kadının çifte sömürüsünü ezilmişliğini, işleyeceğiz. İşçi kadının sanayide yaşadığı sorunları, ev kadınlarının yaşadığı sıkıntıları anlatacağız. Ama tüm bu sorunları, emperyalist savaş ile bağını ortaya koyarak ele alacağız. Kadının yaşadığı tüm bu sorunların kaynağında kapitalizm vardır. Kapitalizmin kâr hırsı işçi-emekçilere baskı ve sömürüyü, ezilen halklara emperyalist saldırganlığı dayatıyor. Öyleyse işçi sınıfı ve emekçilerin ezilen halklarla mücadelesi bir olmalıdır. Bu dönem Emperyalist savaşa karşı işçilerin birliği, halkların kardeşliği! öne çıkaracağımız slogan olacak. Ayrıca kadının çifte sömürüsüne ek olarak, savaşın kadınlar üzerindeki yıkımını özel olarak işleyeceğiz. Çünkü savaş en çok kadınları ve çocukları vurur. Savaşın yarattığı ekonomik krizden dünyanın en yoksul kesimini oluşturan kadınlar daha fazla etkilenir. İşsiziliğin ilk kurbanı kadınlar olur. Üretimde erkeklerin boşalttığı yerler ise çok daha düşük ücretle kadınlar tarafından dolduulur. Sömürü daha da derinleşir. Savaş koşulları altında kadına yönelik şiddet daha çok artar. Son dönemde gerçekleşen savaş ve emperyalistlerin müdahalelerinde sivil nüfusun daha fazla ölüyor olması, onların çoğunluğunu oluşturan kadınların hedefte olduğunu gösteriyor. Tecavüz savaş kuralı sayılıyor ve binlerce kadın işgal ordularının askerleri tarafından tecavüze uğruyor. Aynı zamanda fuhuş yaygın ale getiriliyor. (Ülkemizde Amerikan üslerinin bulunduğu yerler örnek gösterilebilir). Bu liste daha da uzatılabilir. Kısaca savaşlarda kadınlar ekonomik, sosyal, cinsel olarak daha ağır baskı ve saldırılarla karşı karşıya kalıyorlar. Savaşın kadınlar üzerinde yarattığı yıkımın yanı sıra direniş boyutunu da öne çıkarmalıyız. 2. Dünya Savaşında, Avrupada ve Sovyetler Birliğinde kadınlar, sadece protesto gösterilerinin örgütlenmesinde, barışçıl eylemlerde ya da hastanede hastabakıcılık işlerinde değil, bizzat savaşın içinde, cephede savaşarak yer almışlardır. Kadınları savaşa karşı mücadeleye sevketmekten bahsediyorsak, bu mücadele içinde kadının özne olan yanını özellikle öne çıkarmalıyız. *** Bu yıl 8 Martta kadınlara yönelik sistematik bir çalışma yürütmeliyiz. Emekçi kadının yaşadığı sorunlar ve savaş gerçekliğini ele alacağımız propaganda materyallerini (özel sayı, afiş vb.) yaygın bir şekilde kullanabilmeliyiz. Ancak bizim için bu çalışmada daha fazla öne çıkaracağımız bire bir kitle çalışması olacaktır. Geçtiğimiz 8 Mart çalışmasında kullandığımız, yer yer bazı alanlarda sonrasında da değerlendirilen anketi bu yıl da yapmalıyız. Anket, geçen yılın tecrübelerinden de görüldüğü gibi, kadınlarla bire bir tanışma, siyasal süreçlere, kültürel faaliyetlere ilgisini öğrenebilme açısından oldukça işlevsel bir araç. Bir dizi ilde yapılan anket çalışması sonucunda yüzlerce kadınla tanışıldı, onlarcası ile ilişki sürdürüldü. Bu yıl da ankeleri farklı alanlara seslenebilmek, özellikle kadınların savaşa karşı tutumlarını öğrenmek ve mücadeleye sevketmek amacıyla kullanmalıyız. Anket çalışmalarını çeşitli ev toplantıları, panellerle bütünleştirebilmeliyiz. Aynı zamanda bu toplantıları kadının ezilmişliğini ve mücadelesini anlatan çeşitli film gösterimleriyle de zenginleştirebilirsek, toplantılarımızın etki gücü daha da artacaktır. Yürüttüğümüz kitle çalışmasını, kadınlar arasında dayanışmayı ve kaynaşmayı, kadınların üretimde bulunmalarını ve kadınların da bir parçası olmalarını sağlayacak şenliklerle bütünleştirmeliyiz. Her çalışma somutta eylemli süreçlerle birleştirilebildiğinde daha fazla anlam kazanır. Kampanyamızı, biriktirdiğimiz güçleri mitinglere taşıma hazırlığıyla sürdürmeliyiz. Bir diğer önemli nokta, 8 Marta yönelik çalışmayı 8 Martla sınırlı görmemektir. 8 Mart çalışmasını kadın çalışmasını süreklileştirmenin bir adımı olarak düşünmeliyiz. Tarihsel günler üzerinden yürüttüğümüz çalışmanın birikimlerine ve deneyimlerine yaslanarak emekçi kadınlar arasında kök salmayı amaçlamalıyız. *** Zorlu bir döneme giriyoruz. Sermayenin saldırılarına ve emperyalist savaşa karşı emekçi yığınları harekete geçirmek için bizleri uzun soluklu bir mücadele bekliyor. Bahar sürecinin açılışını yapacak 8 Marta güçlü bir şekilde girebilirsek, önümüzdeki süreci daha güçlü örgütleme olanağına sahip olacağız. Bu bilinçle baharı kazanmaya!
Amerikancı Türk generallerin siyonizm aşkı Hatırlanacağı üzere 2002 yılının Mart ayında Türkiye-İsrail arasında Tank Modernizasyonu Anlaşması imzalanmıştı. Generallerin doğrudan yönlendirmesiyle imzalanan anlaşma toplumun değişik kesimlerinden tepki toplamıştı. Zira siyonist İsrail ordusu işgal ettiği Filistin topraklarında benzeri görülmemiş şiddette bir yıkım ve katliam yapmaya başlamıştı. Bu anlaşma, Filistin halkının katledilmesine doğrudan doğruya destek vermek anlamına geliyordu. Buna rağmen Amerikancı generaller anlaşmayı savunmuş ve yüzde bin doğru bir anlaşma olarak gördüklerini açıklamışlardı. O günlerde iflas etmekle karşı karşıya bulunan İsrail Devlet Şirketinin bu anlaşma sayesinde yeniden toparlanma imkanı bulduğu basında dile getirilmişti. M 60 Tank Modernizasyonu Projesi baştan beri şaibeli. Bu proje dönemin İstanbul milletvekili Azmi Ateşin soru önergesiyle meclis gündemine taşındığı halde kısa sürede gündemden düşürülmüştü. Bu arada anlaşmaya karşı çıktığı için projenin ilk müdürü Sadık Yamaç görevinden alınmış, yerine atanan Sezai Öztürk de anlaşmanın imzalanmasından hemen önce istifa etmişti. Yani generaller ne pahasına olursa olsun anlaşmayı yapmaya kararlıydılar. Bir yıla yakın bir süredir gizlenen belgelerin açığa çıkmasıyla söz konusu anlaşma için ödenen bedelin 27 milyon dolar fazla olduğu ortaya çıktı. Böylece proje müdürlerinin görevden alınmasının ve istifa etmesinin (ya da ettirilmesinin) nedeni de anlaşılmış oldu. Savunma Sanayi Müsteşarlığı anlaşmanın ayrıntılı dökümünü incelediğinde, tank modernizasyonunun 688 milyon dolara malolduğunu saptadılar. Oysa anlaşma 681 milyon dolar üzerinden yapılmıştı. Bu farkı tespit eden yetkililer anlaşmaya şerh koydular ve Genelkurmay Başkanlığına bir yazı göndererek Türkiyenin bu anlaşmayla 27 milyon dolar zarara uğrayacağını bildirdiler. Ancak dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ve ikinci başkanı Yaşar Büyükanıt, olaya el koyarak 688 milyon doların ödenmesini sağladılar. 13 Ağustos 2002de Mill Savunma Bakanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Savunma Sanayi Müsteşarlığına ivedi olarak gönderdikleri bir yazı ile olayı örtbas ettiler. İşin kılıfını da uyduran generaller, 27 milyon doların (yaklaşık 45 trilyon lira) risk maliyeti ve hesaplanamayan giderler olarak gösterilmesini istediler. Yurtta barış, dünyada barış ilkesini benimsediklerini iki de bir tekrarlayıp duran Amerikancı generallerin, iç politikada neler yaptıklarını 12 Mart ve 12 Eylül askeri faşist darbelerinden biliyoruz. Dış politikadaki tutumları ise ABD emperyalizmine uşaklığın yanı sıra, Ortadoğunun en katliamcı devleti İsrail ile stratejik işbirliğine girerek ve milyar dolarları bulan anlaşmalarla ortaya koyuyorlar. Bu arada İsrail, batmak üzere olan şirketi kurtaran anlaşmayı imzalayanlara, dahası kendisine fazladan 27 milyon doların ödenmesi için ön ayak olanlara düşen payı elbette ödemiştir. |
|||||