25 Nisan 2008 Sayı: SİKB 2008/17

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci 1 Mayıs seferberliği!
   1 Mayıs’ta Taksim seferberliği!
Taksim’e çıkılacak, 1 Mayıs kazanılacak!
Kıyamet dedikleri ha koptu ha kopacak!
İhaneti parçalayarak mücadeleyi yükseltelim!
Grev ve direnişlerle 1 Mayıs 2008’e!..
  Büyükçekmece 2. İşçi Kurultayı Sonuç Bildirgesi...
  Adana Sanayi İşçileri Kurultayı başarıyla gerçekleşti!
  KESK’i ve bağlı sendikaları niçin yıkmalıyız? Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden....
  Yasaklara ve tehditlere karşı devrimci sınıf kararlılığıyla
1 Mayıs'ta Taksim'e!
  1 Mayıs faaliyetlerinden...
  Birleşik, Kitlesel ve Devrimci bir Genç-Sen için Mücadele Platformu 2. Toplantısı:
  Savaş makinesi tetikçilerini de öğütüyor…
  Filistin halkı direnmekte kararlı!
  Hatice Yürekli yoldaş anısına...
  Sınıfı her yandan kuşatmak için…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

KESK’i ve bağlı sendikaları niçin yıkmalıyız?

Yüksel Akkaya

Uzun yazıların okunmama sorununu bildiğim için, yöntem olarak, derdimi, “köşeli”, “provokatif” cümlelerle anlatmaya çalışacağım. Düşüncelerime dair tartışma açılırsa uzun uzun yanıt vereceğim.

1- KESK ve bağlı sendikalar hızla tasfiye edilmelidir.

2- Bu tasfiyeden doğan boşluk yeniden ve büyük bir hızla 1990’lı yılların başındaki heyecan ve coşku ile doldurulmalı; ancak bu kez bir yasa talebinden kaçınılmalı, kamu emekçilerinin beklentileri ve talepleri üzerinden yeniden inşa edilecek bir süreç başlatılmalıdır.

Gerekçe: Bahar Eylemleri ile “tetiklenmiş” olan kamu emekçileri, hiçbir yasa ve benzeri şeye dayanmadan; emek tarihi açısından, hem Türkiye, hem de dünya emek tarihine önemli şerh düşecek bir mücadele vermiş, tarihin emek mücadeleleri açısından önemli bir deneyim yaratmıştır. Ne yazık ki bu deneyim ve birikim, izleyen yıllarda “koltuk kavgaları” ile anlamsızlaştırılmış, yozlaştırılmış; bürokratik, konformist, reformist “gruplararası” ilkesiz, adaletsiz, ahlaksız tavırlarla eritilmiş, çürütülmüştür. Öyle ki, bir önceki seçim dönemlerinde “düşman” olanlar, bir sonraki seçim dönemlerinde “dost” olmuştur! Oysa, “düşman” olanlarda da “dost” olanlarda da yıllar itibari ile bir değişiklik olmamıştır. Bu durum, KESK ve bağlı sendikalarda sendikacılığın bir “yönetime gelme” sorununa indirgendiğini göstermektedir. Ancak, sendikacılık bu değildir. Bu tutum reddedilmeli. KESK’e bağlı sendikaların son seçim süreçlerindeki bu “sendikal tutum/politika” dışı davranışları kabul edilemez bulunmalıdır. Tersi durumda, geçmiş yılların deneyiminin bugüne taşıdığı birikim üzerinden bakıldığında daha hızlı bir çürüme ve yozlaşma ile karşı karşıya kalacağımız aşikardır. Zira, 1995 yılında X grup ile işbirliği yapanların, 1998 yılında Y grubu ile, 2002 yılında Z grubu ile işbirliği yapmasını, kimse kimseye sınıf mücadelesi açısından bir haklılık/gereklilik/zorunluk olarak anlatamaz. Bu durum, sınıf mücadelesi ve toplumsal muhalefet açısından oldukça önemli ve sorunlu bir noktaya geldiğimizi gösteriyor.

Sonuç: Kapitalist cenahın “organik aydınlarının” da artık bir krizden yüksek sesle söz ettiği bir dönemde, “seçim” sürecine girmiş olan KESK ve bağlı sendikaların “uykuya” yatmış olması anlaşılır bir tutum olmasa gerek. Seçim sürecini ileri sürüp, bu söyleme şu veya bu şekilde müdahale etmemenin sendikacılık ile ilgisi yoktur. Olan bir “koltuk” kavgasıdır. 1995 yılından bu yana koltukları kazananların toplumsal muhalefet ve mücadeleye ne kattıkları da tartışmaya açıktır.

Son söz: Demokrasi, özgürlük, eşitlik, temsil vs. şeyleri isteyenler önce içtenlikle bunun gereğini yapmalı; bu çerçevede dar grup çıkarları temelinde değil geniş toplumsal çıkarlar temelinde bir muhalefet ve mücadele örgütlemelidir. Örneğin, sendikal alanın en dinamik kesimini oluşturan, ancak, delege ve saire burjuva ayakları ile mücadele dışı tutulanlara sendikal yönetimlerde, karar alma süreçlerinde “kapı açmalıdırlar”. Bundan hareketle İrecep Tayyib ve İ. Melih Gökçek gibi monarşist insanların davrandığı gibi davranılmaması gerektiğini dosta düşmana filan filana göstermek gerek.

Ne yapmalı: Toplumun, sınıfın çıkarlarını, dar grup çıkarlarına feda etmiş, illa yönetime gireyim, ama nasıl olursa olsun gireyim diyen herkese inatla KESK’i ve bağlı sendikaları “yıkıp” yeniden kurmak gerekir. Bu yıkım, bir devrim olacak ve daha güçlü bir karşılık bulacaktır. Muhtemelen bir “restorasyon” süreci de son bulacaktır.

Öyleyse… Yıkılsın KESK ve bağlı sendikaları!..

 

Egemenlerin “kıyamet korkusu” büyüyor…

“Ayak takımı” 1 Mayıs’ta cevabını verecek!

Erdoğan’ın 1 Mayıs’ın resmi tatil olması ve Taksim’de kutlanmasına ilişkin yaptığı açıklama, sermayenin hizmetindeki bu işçi sınıfı düşmanının gerçek yüzünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Elbette sözkonusu AKP hükümeti olunca bunun örnekleri fazlasıyla mevcuttur. Ancak Erdoğan’ın yaptığı son açıklama, temsil ettiği ve hizmetinde olduğu sermaye sınıfının işçi ve emekçilere beslediği kin ve nefreti dolaysız bir şekilde yansıtması bakımından önemlidir. Büyük bir lütufmuş gibi 1 Mayıs’ı “Emek ve Dayanışma Günü” olarak ilan eden ilk hükümetin kendileri olduğunu belirten Erdoğan, ancak bugünün resmi tatil olmayacağını, Taksim Meydanı’nın gösterilere yasak olduğunu belirtmekten de geri kalmıyor.

Her defasında başkalarını “üç-beş koyun güdememekle” eleştiren Erdoğan’ın “tüccar zekâsı” ancak bu kadarına yetiyor olacak ki, işçi ve emekçilerin sermaye devletine karşı yıllardır “birlik, mücadele ve dayanışma” günü olarak alanlarda kutladığı 1 Mayıs’ı, adeta kendileri bahşediyormuşcasına bir hava yaratma peşinde. Erdoğan’ın unuttuğu ise, “akıllara ziyan” bu taktiğin AKP’nin kendi militan tabanı sözkonusu olduğunda geçerli olacağıdır.

Oysa, 2007 1 Mayısı’ndan bu yana sınıf hareketinde yaşanan bir dizi gelişme, özellikle de son 13-14 Mart eylemlikleri, işçi ve emekçilerin hiç de AKP’nin arzuladığı gibi “uysal köleler” olmaya niyetli olmadıklarını göstermektedir. Nitekim, “tüccar Erdoğan” karşısında “kafasına vurulduğunda ekmeği alınan”, verilene şükredip minnet eden “dilencileştirilmiş bir toplum” yerine hakkını arayan, mücadele eden bir kitle çıktığından, Erdoğan’ın ait olduğu sınıfın tüm kin ve öfkesini kusarak “ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar” diye buyurmaktadır. Böylece bugüne kadar oynadığı demokrasicilik oyununu bir kenara iterek gerçek yüzünü göstermekte, işçi ve emekçileri tehdit etmektedir.

Ama işçi ve emekçilerden “ayak takımı” diye aşağılayan Erdoğan, böylece sermaye düzeninde işçi sınıfına nasıl bir paye biçildiğinin de “samimi bir itirafı”nda bulunmaktadır. Tüm düzen partileri gibi AKP de bugüne kadar sermaye düzeni adına işçi ve emekçileri yönetmek için sürekli yalan ve demogajiye sarılmıştır. Yeri gelince “mağdur ve mazlumları” oynamış, yeri gelince “benim oyum bir çobanın oyuyla nasıl bir tutulur” diyen aptal bir mankenin sözü üzerinden kendisine siyasi bir malzeme çıkarmasını bilmiştir. Sadece Erdoğan değil, AKP’nin birçok yöneticisi kâh “damdan düşen” olmuş, kâh sendika kongrelerinde “işçi çocuğu” olmakla övünmüştür.

Ancak takiyyecilik ve demagojide ne kadar ustalaşırsa ustalaşsın, diğer düzen partileri gibi AKP de sermayenin çıkarları gerektirdiğinde işçi ve emekçilere “diş göstermekten” bir an olsun geri durmamış, baskı ve zor aygıtlarını en aktif bir şekilde devreye sokmuştur.

IMF-TÜSİAD patentli sosyal yıkım saldırılarına küresel çapta yeni bir krizin eşlik etmesi, AKP’yi zor aygıtlarına daha sıkı sarılmasına neden olmaktadır. Erdoğan’ın 1 Mayıs’ı vesile ederek işçi ve emekçilere karşı sarf ettiği sözlerde dışavuran nefret duygusu da, bu sıkışmanın bir yansımasıdır. Elbette bu “samimi” ifadelerin tam da 1 Mayıs vesilesiyle sarf edilmiş olması oldukça anlamlıdır. Zira 1 Mayıslar sermaye sınıfına ve onun sadık hizmetkârlarına unutmak istedikleri şeyi, sürdükleri sefahatin bir süresi olduğunu hatırlatmaktadır.

Bu yüzden işçi ve emekçilerin AKP hükümetinden 1 Mayıs’a ilişkin hiçbir beklentisi yoktur ve olmamıştır. 2007’de özgürleştirilen Taksim Meydanı 2008’in 1 Mayısı’na da ev sahipliği yapacaktır. İşçi ve emekçiler sermayeye hak ettiği yanıtı verecek, “ayak takımı”nın sermayenin sadık hizmetkârına atacağı şamarın etkisi, Veliefendi’de düştüğü attan katbekat ağır olacaktır.