Ernesto Che Guevara
Ernesto Che Guevara, 9 Ekim 1967’de Bolivya’nın Vallegrande yakınlarındaki La Higuera’da CIA ve Bolivya ordusunca katledildiğinde 39 yaşındaydı. Latin Amerika ülkelerinde sömürücülere, Amerikancı diktatörlere karşı savaşlara katılmış, Küba Devleti’nin inşasında yer almıştı.
Kimdi Ernesto Che Guevara? Kimliğinde yazanlara göre 14 Haziran 1928’de Arjantin’in Rosario kentinde orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak doğmuştu. Doktorluk mesleğini seçmiş, yüksek öğrenimini tıp fakültesinde tamamlamıştı. Oysa La Higeura dağının zirvesinde vurulduğunda elinde Latin Amerika halklarının özgür ve sömürüsüz geleceği için tuttuğu tüfeği ve mermileri vardı. Bir doktorken yoksullar için olan hastanelerde ve yoksul kasabalarda gönüllü çalışan Ernesto, bir devrimci olarak Guatemala’da, Küba’da, Kongo’da ve Bolivya’da da gönüllü olarak çarpışıyordu.
Guevara, tıp fakültesinin son sınıfına geçtiğinde arkadaşı Alberto Granadas ile Latin Amerika’nın tamamını bir motosiklet turu ile dolaştı. Bu tur sırasında en yoksul köyleri gördü. Latin Amerika halkının sömürülen köylülerini tanıdı. Bu gezi Che’nin hayatında bir dönüm noktası oldu. Mart 1953’te tıp fakültesini bitirdiğinde yoksul bölgelerde çalışmak için yollara düştü. Cüzamlılar hastanelerinde çalıştı. Che bu yıllarda yazmaya da başlamıştı. Peru’da yerli halkın hakları üzerine yazdığı bir yazıdan dolayı tutuklandı. Hapisten çıktığında Guatemala’ya gitti. Burada Amerikancı bir darbe olunca Meksika’ya geçti. Meksika’da birkaç yıl içinde Küba halkı için birlikte çarpışacağı yoldaşları Fidel Castro ve Raul Castro gibi Kübalı devrimcilerle tanıştı. Tarihe 26 Temmuz Hareketi olarak geçen örgütlenmeye katıldı. Burada askeri eğitimler aldı.
Nihayet 25 Kasım 1956’da 26 Temmuz Hareketi’nin militanlarını taşıyan Granma yatı Küba’ya doğru yola çıkıyordu. Che de bu yattaydı. Granma yatı Küba kıyılarına ulaştığında gemidekilerin büyük kısmı Batista rejiminin askerlerince katledildi. Sağ kalanlardan aralarında Che’nin de olduğu 12 kişi Sierra Maestra dağlarında bir araya gelmeyi başararak, gerilla savaşına katıldılar. Ernesto Che Guevara artık bir doktordan çok elinde silahıyla Küba’nın Amerikancı sömürücü diktatörü Batista’ya karşı bir savaşçıydı. Hem iyi bir savaşçı hem iyi bir anlatıcı ve dinleyiciydi. Yoksul Küba köylülerinin ve diğer gerillaların çok kısa sürede saygısını ve sevgisini kazandı.
1959’un başlarında Küba’daki savaş başarıya ulaşıyor, Batista ülkeden kaçıyordu. Zafer ilan edildikten birkaç gün sonra Kübalı olmayan ancak Küba için bu büyük direnişe katılan Ernesto Che Guevara doğuştan Küba vatandaşı ilan edilerek onurlandırıldı. Ernesto yeni Küba’nın inşasında da önemli görevlerde çalıştı. Toprak reformundan ekonomiye, dış ülkelerde elçiliğe varıncaya dek pek çok görev üstlendi. Bu dönemde birçok ülkeyi ziyaret etti. Bu ziyaretlerde sömürülen ülkeleri de daha iyi tanıdı. 1965 yılına gelindiğinde onun “dünyanın başka ülkeleri benim mütevazı çabalarımı istiyor” diye tanımladığı mücadelelere yelken açtı. Küba’dan ayrılarak Latin Amerika’nın yoksul başka ülkelerine doğru yola çıktı. Tekrardan gerilla mücadelesine katıldı. Kongo’ya ve Bolivya’ya gitti. Bolivya’da La Higuera’da CIA ve emperyalistlerce işbirliği halindeki Bolivya ordusu tarafından yakalandı ve 9 Ekim 1967’de infaz edildi.
Enternasyonalist devrimci kimliğiyle bilinen Ernesto Che Guevera, Guatemala’dan Küba’ya, Meksika’dan Kongo ve Bolivya’ya dek bir dizi ülkede mücadele yürüttü. Kendi geleceğini bu yoksul insanların geleceği ile bir tuttu. Bıraktığı mektuplardan birinde çocuklarına, “Her şeyden önce dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir kişiye karşı yapılan haksızlığı daima yüreklerinizin en derin yerinde hissedin” diyordu. Öyle ki o Latin Amerika’nın yüzlerce yıldır sömürü altında yaşayan halklarının yaşadığı acıları yüreğinin en derin yerinde hissediyordu. Birçok yerli dilin olduğu Latin Amerika ülkelerinde kimi zaman en yakınında dilini bilmediği gerillalar ve halkla omuz omuza mücadele etti. İnsan olmanın, yaşamanın gereğiydi özgürlük için mücadele etmek.
Düşmana inat bir gün bile fazla yaşamak
Ölüm yakışmıyor size destan yüzlüler, dostlarınız burada yanı başınızda.
Saatler durmuştu, dakikalar ilerlemiyordu. Kim bilebilirdi ki o güzel günün başlangıcında, böyle kalleş, pusulu ölümlerin bizleri beklediğini. İşte 10 Ekim Ankara mitinginden önce Suruç’ta yitirdik 33 canımızı. Kahrolduk, öfkelendik, ama yıkılmamıştık. Bir kaya gibi vakurduk ve gözlerimizdeki hayat ışığı sönmemişti. Oysa bizleri bombalar değil insanların sessizliği öldürüyordu...
Daha üzerinden çok geçmeden bu sefer Ankara karartmıştı hayatları. Tam 103 canımızı bir meydanda bırakmıştık. Yaşamı uğrunda ölünecek kadar seven insanlar, insanlık düşmanı caniler tarafından, tıpkı Beyazıt katliamında olduğu gibi katledilmişti. Eşitlik, özgürlük, sömürüsüz bir dünya isteği olan bizlere gözdağı vermek istemişlerdi. Ya istedikleri gibi olacaktık ya da yok olacaktık. Ama bilmedikleri bir şey daha vardı: Yaşamı uğruna ölecek kadar sevenleri kimse yenemez!
Ankara Katliamı’nın üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen o gün belleklerimizde hala taze. O gün bir kere daha bu düzene ve tetikçilerine olan hıncımız artmıştı. Ölümsüzleşenlerimize bir kere daha zafer sözü vermiştik. OHAL bahanesiyle yaratılan korku atmosferine inat, zindanların tıklım tıklım olmasına inat kavgamız sürüyor ve sürecek. Yılmayacağız, sinmeyeceğiz, emekçilerin üzerindeki ölü toprağını er ya da geç sıyırıp bir kenara atacağız. İşte o zamanın hazırlığını, ölümsüzleşenlerimizden aldığımız cüretle hızlandıracağız. Bu sömürü düzeninin efendilerine tarihte son sözü hep direnenlerin söyleyeceğini bir kere daha göstereceğiz…
M. Güzel |