Serhat Ararat Türkiyede aylardır süren hükümet krizi, DSPde meydana gelen milletvekili istifalarından sonra yeni bir aşamaya geldi. Erken seçim olasılığından daha somut söz edilmeye başlandı. MHP ve ANAP erken seçim takvimi önerdiler. Bu gelişmelerin hiçbiri sürpriz değil, beklenen bir gelişme... Misyonunu tamamlayan giderdi, ya da götürülürdü, öyle ya da böyle... Aslında son birkaç güne sığan gelişmeler, DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin siyasal olarak bittiğinin ve kendilerine yüklenilen misyonun sonuna artık gelindiğinin açık bir göstergesidir. Zaten egemen sınıfların sözcüleri belli bir süredir Ecevitin artık aşılması gerektiğini söylüyor ve bunu etkili bir kampanyaya dönüştürmüş bulunuyorlardı. Hürriyet gazetesinin bu kampanyanın başını çekiyor olması, rastlantı değil ve kimin ve kimlerin Ecevitin aşılması gerektiği düşüncesi ve kampanyasının arkasında olduğunu daha iyi anlatmaktadır. Ecevite çekil, yerine de halefini belirle dayatmasında bulundular, ama Ecevit oturduğu koltuğa daha sıkı sarıldı. Bunun üzerine DSP içinde çözülme başladı veya başlatıldı... Bunun 28 Şubat sonrası RP-DYP hükümetine el çektirilmesi olayna bu kadar benzemesi rastlantı mı, şaşırtıcı mı? Bize göre ne rastlantıdır, ne de şaşırtıcı!.. Türkiye demokrasisi böyle işliyor. Hükümetlerin ve partilerin gerçekte bir iktidar güçleri ve ağırlıkları yok. Hükümet olmaları iktidar olmaları anlamına gelmiyor. Hükümette kendilerine bir rol verilir ve oynatılır. Esas iktidar güçleri ile çeliştikleri ve aşılması gereken nokta gelip çattığında iseöyle veya böyle aşılırlar. Darbeler, sayısız ayak oyunu ve postmodern darbeler bu aşma yöntemlerinin başlıcalarıdır... Şimdi yapılan da budur. Ecevit siyasal olarak miadını doldurdu. Partisi ise modern bir tarikattan farklı bir yapıya sahip değildir. Bu yapısı ve konumuyla tekelci düzene ve rejime vereceği bir şey kalmamış gibidir. Dolayısıyla Ecevit ile birlikte DSPnin de aşılması gerekiyordu. Aslında hükümetin diğer ortaklarının da düzenin güncel sorunlarının çözümüne katabilecekleri pek bir yönleri kalmamıştır. Örneğin MHP, 1999dan sonra koalisyonun bir ortağı olarak kendisine önemli bir rol oynatıldı. Daha öncesinde şovenizmle toplumun denetim altında tutulmasında ve özel savaşın yedeği konumuna getirilmesinde MHP önemli rol oynadı. Ama gelinen noktada devletin ve büyük tekellerin güncel politikalarına yanıt verecek konumda olmadığı açığa çıkmıştır, dolayısıyla aşılması gerekiyordu. ANAPın ise, söylemde ABden yana bir duruş sergilese de, yıpranmış imajı ve apısıyla istenilen düzeyde ve nitelikte bir rol oynaması çok güç görünmektedir. Benzer bir değerlendirme diğer partiler için de yapılabilir. Bugün çöken salt bir koalisyon hükümeti mi? Yaşanan kriz kendi başına bir hükümet krizi mi? Bütün sorun yaşlı ve hasta, dolayısıyla aşılması gereken Ecevitler mi? Ya diğer burjuva partilerin durumu nedir? Aslında çöken, iflah olmayan sadece hükümet ve partiler değil. Kriz içinde olan ve sayısız kez iflas eden bu işbirlikçi tekelci düzenin ve siyasal rejiminin kendisidir. Eğer Türkiye bir Arjantin olmuyorsa, bunun birçok nedeni var. Bunlardan iki temel nedeni şöyle özetlemek mümkün: Biri, emperyalist sistemin herşeye rağmen verdiği ekonomik ve siyasal destek; diğeri, toplumsal muhalefet güçlerinin dağınıklıkları, güçsüzlükleri ve ciddi bir alternatif olamamalarıdır. Bu ikinci neden içinde Kürdistan devrimine dayatılan büyük tasfiye ve İmralı çizgisi ile Kürt dinamiğinin denetim altına alınarak devletin yedeğine çektirilmesi gerçeğinin altını çizmemiz gerekir. Her gelişmede ve ortaya çıkan sonuçlarında görüldüğü gibi, İmralı tasfiyeciliğinin delete verdiği desteğin boyutları ve sonuçları sanılanın ötesindedir. Yoksa bu düzeni ve krizi bu kadar kolay ve engelsiz yönetmeleri mümkün müydü? Düzenin ve rejimin krizinin ve çürümenin kendisini en çok dışa vurduğu alan Türkiyedeki siyaset kurumudur; yani meclis, hükümet ve partilerdir. Siyaset kurumunun gerçekte paravan nitelikte olması, yani gerçek iktidar olamaması ve çözüm üretme yeteneğine sahip olmaması, ama buna karşılık bütün iktidar sorumluluklarının kendisine yüklenmesi, kriz ve çürümenin yoğunlaştığı bir alan olarak görülmesine neden oluyor. Türkiyede gerçek iktidar ordudur. Partiler ve hükümet ise bu gerçekliği örten ve meşrulaştıran kurumlardır, ancak bu konumları edilgen değil, etkindir. Partiler genellikle gerçek iktidar güçlerinin istediği şekilde yol aldıkları gibi, kimi zaman da ayak bağı olmaya başlarlar. Bugün Ecevitin durumu tam da bunu anlatıyor. Türkiyede siyaset kurumunda kartlar yeniden karılıyor. DSPden ayrılanların yeni bir parti oluşumu içinde oldukları belirtiliyor. Yakın bir gelecekte erken seçimin olacağı da kesin gibidir. Burjuva siyaset cephesinde yaşanacak gelişmelerin hiçbiri işbirlikçi tekelci düzenin içine girdiği ağır siyasal ve ekonomik krize çözüm üretemez. Hiçbir parti, hiçbir lider çözüm üretme yeteneğine ve gücüne sahip değildir. Bunun anlamı şudur: Yeni partiler de kurulsa, erken seçim de yapılsa ve daha başka gelişmeler de olsa emekçilerin, ezilenlerin yaşadıkları dayanılmaz yaşam koşulları ağırlaşarak devam edecektir... Peki emekçiler ve ezilenler çaresiz mi? Bu düzene ve düzen partilerine mahkum mu? Ya Kürtler? Hayır, özünde emekçiler de, Kürtler de çaresiz ve çözümsüz değildirler. Şu anda kendi adına politika yaptığını iddia edenlerin konumu ve niteliği ne olursa olsun bu yine böyledir. Fakat hemen belirtmeliyiz ki bu, gerçekliğin sadece bir parçasıdır. Gerçeğin diğer parçası ise şudur: Şu anda emekçi hareketine egemen olan anlayış ve hareketler düzenin bir parçası durumuna gelmişlerdir. Kürt hareketine damgasına vuran İmralı Partisi ise tüm değerlerimizi tasfiye ettiği gibi, dinamik bir potansiyeli de devlet politikalarına bağlamıştır. Anılan bu kesimlerin emekçiler ve Kürtler adına devrimci çözümler üretmesi mümkün değildir. Çözüm, düzen içi solu da aşan ve emekçilerin ve Kürt halkının ihtiyaçlarına cevap veren politikaları ve politika ara&cceil;larını üretmekte düğümleniyor. Bu gericilik ve tasfiyecilik koşullarında bunları başarmanın zorlukları ne olursa olsun düşünce, ilgi ve çabalar bu görev üzerinde düğümlenmek durumundadır...
Ankarada belediye işçilerinin grev uyarısı Ankaranın Mamak, Çankaya ve Yenimahalle belediyelerinde yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin tıkanmasının ardından Genel-İş Sendikası 500e yakın belediye işçisinin katılımıyla bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Mamak ve Çankaya belediyelerinde örgütlü Genel-İş şube başkanlarının yaptığı kısa konuşmaların ardından basın açıklaması metni okundu. Grevin kaçınılmaz bir hal aldığı, bir hafta gibi kısa bir zaman içerisinde gelişme olmazsa grev kararının uygulanacağı bildirildi. Yenimahalle Belediyesinde işverenin %25 oranında zam öngördüğü, bu önerinin ilk önerilen zam oranından yüksek olduğu ve görüşmelerin sürdüğü bildirilirken, Çankaya ve Mamak şubelerinde ise %10dan fazla artış verilmediği söylendi. Çankaya Belediyesinde sözleşmenin disiplin ile ilgili maddelerinde de anlaşmazlıkların olduğu ifade edildi. Mamak Belediyesinde işçilerin geriye dönük alacaklarından dolayı mahkeme yoluna başvurulduğu dile getirildi. Grev kararı asılmış olan Mamak, Yenimahalle ve Çankaya belediyesi işçileri; haklı taleplerini bir kez daha ortaya koymak, belediye yöneticilerini bir kez daha uyarmak amacıyla gerçekleştirdiği kitlesel basın açıklamasında sıkça Direne direne kazanacağız!, İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız! sloganlarını attılar. İşçilerin grev konusunda oldukça kararlı oldukları gözleniyordu. SY Kızıl Bayrak/Ankara |
|||||