Yeni iş yasası emperyalizme ve işbirlikçi burjuvaziye hizmet ediyor...
AB emperyalizmi demokrasi ve refah değil sömürü ve yıkım demektir! Yeni iş yasası taslağını hazırlayan burjuva Bilim Kurulu, gerekçelendirme bölümünde, başka bahanelerin yanı sıra, açıktan AB kriterlerine uyum için bu yasanın gerekli olduğunu savunuyor. Kurulun diğer gerekçeleri de en az bunun kadar önemli olmakla birlikte, bu yazıda yasa tasarısının AB kriterleri üzerinden bir değerlendirmesini, daha doğrusu AB kriterlerinin bu tasarı üzerinden bir değerlendirmesini yapmaya çalışacağız. AB üyeliğini işçi sınıfı ve emekçilere haklar ve özgürlükler demagojisiyle yutturma çabalarının yoğunlaştığı bir dönemde, yasanın bu yönlü incelenmesi özel bir önem taşıyor. Ama önce, taslağı hazırlayan kurulun, titriyle hiç alakası olmayan, hatta bilimle dalga geçer bir tarzda gerekçelendirmelere gittiğini belirtmek gerekiyor. Burjuva hukukunda bile kazanılmış haklara dokunulması geri bir adım olarak dışlanırken, sözde Bilim Kurulu, 150 yıllık kazanımları bir çırpıda ortadan kaldırmayı hedefleyen taslağını ilerici bir adım gibi göstermeye çalışıyor. Gerekçelendirme bölümü esas olarak bu çabadan ibarettir. İlgili bölümden alınan birkaç cümle bile, söz konusu çabayı fazlasıyla göstermeye yetiyor: Kuşkusuz devrim niteliğindeki bu değişmelerin çalışma hayatına ve iş yasalarına yansımaması düşünülemez. Nitekim birçok batı ülkesinde ulusal mevzuat yeni teknolojinin yarattığı yeni koşullara uyum çabası içinde olduğu gibi... Öte andan otuz yıldan fazla bir süreden beri yürürlükte olan 1475 sayılı İş Kanunu zaman zaman yapılan değişikliklere karşın çağdaş gelişmeleri yeterince yansıtamadığı gibi, içerdiği bazı hükümler uygulamada önemini tümüyle yitirmiştir. Şimdi, dünyadaki (ama özellikle ABdeki) gelişmelere ayak uydurma zorunluluğu adına düzenlenmiş olan yasa taslağının kimi maddeleri üzerinden AB normları denilen çalışma koşullarının işçi sınıfı açısından ne anlama geldiğine geçebiliriz. Esneklik, üretimde devrim niteliğinde gelişmelerin bir gereği, dolayısıyla da ileri bir yasal düzenleme olarak, taslağın tamamına yedirilmiş durumda. 9dan 17. maddeye kadar tanımlanan iş sözleşmeleri ve 18den 28. maddeye kadar olan sözleşmelerin feshine ilişkin bölümde; toplu işten çıkarmayı yasallaştıran ve kolaylaştıran 31. maddede; hatta özürlü ve hükümlü çalıştırmaya ilişkin 32. maddede; ve hiç kuşkusuz, ücretlerle ilgili 3. bölümün tümünde ücretlerin esnekleştirilmesi; işin düzenlenmesine ilişkin 4. bölümde çalışma şekli ve süresinin esnekleştirilmesi, bu tasarıyla yasal güvenceye kavuşturulmaya çalışılıyor. Yasa ABye uyum için hazırlandığına göre, demek ki ABnin demokrasi kıstaslarından biri de esnek üretimin hakim kılınmasıdır. Ancak, ülkedeki egemen sınıfın ihtiyaç ve isteklerine aykırı bir uyum düşünülemeyeceğine göre, yasa sadece emperyalistlerin değil Türk burjuvazisinin çıkarlarını da temsil etmek durumundadır. Nitekim, yıllardır kavga-dövüş uygulanmaya çalışılan (büyük oranda da uygulanmaya başlanan) esnek üretimi yasal bir zorunluluk haline getirdiğine göre, yasa onların çıkarlarını da tam olarak karşılamaktadır. İlgili bakanlıkça gündeme getirilişinden bu yana sermayenin saldırıp durduğu ve işçileri oyalamaktan başka hiçbir işlevi olmadığı anlaşılan iş güvenliği yasa tasarısının yerine hazırlandığına göre, işveren cephesinden yöneltilen itirazların giderilmiş, talepleri karşılanmış olması gerekiyor, ki bu yeni tasarıya yönelik itirazların duyulmaması bunun böyle olduğunu gösteriyor. ABnin demokrasi kıstası elbette esneklikten ibaret değil. Tasarıyla, emperyalizmin global ekonomiye kazandırdığı bir başka yenilik olan taşeronlaştırmaya da yasal güvence getirilmek isteniyor. Genel Hükümleri içeren ilk bölümde, alt, üst işveren tanımları bunu karşılamak üzere getirilmiş bulunuyor. Ancak tasarı fiili uygulamanın yasalaştırılmasıyla yetinmiyor, ödünç işçi, çağrı üzerine çalışma gibi kavramlarla sermayeye yeni sömürü imkanlarının da kapısını aralıyor. ABnin temel demokratik kriterlerinden biri de çocuk emeği sömürüsü olmalı ki, burjuvazi söz konusu tasarıyla bu konuda da kendini aşıyor. Uluslararası sözleşmeler çocuk yaşını halen 18e kadar belirlemeye devam ederken, sözde Bilim Kurulunun tasarısı bunu bir çırpıda 15e indiriyor. 15-18 yaş arası için genç işçi tanımını getiriyor. Tasarının kıdem tazminatlarını da giderek ortadan kaldıracak bir düzenleme getirmesi, uyum konusunda sadece AB kriterlerinin değil, İMF başta olmak üzere emperyalizmin tüm yeni dayatmalarının hesaba katıldığını gösteriyor. Zaten, ülkenin yıkımını koşullayan programları dayatan İMF ile Avrupalı emperyalistleri ayrı düşünmek de mümkün değildir. Yeni iş yasası tasarısının işçi ve emekçilere kanıtladığı, AB demokrasisinin aslında işçi ve emekçilerin köleleştirilmesi üzerine inşa edilmeye çalışılan faşist bir düzen olduğudur. Ötesi, içerdeki yeni-liberal solcuların iddia ettiği demokrasi üzerine tüm diğer safsatalar boştur. Emperyalizmin global yönelimi demokrasi değil, azgın sömürünün koşulladığı baskı rejimileridir. Pek çok AB ülkesinde yükselen siyasal gericilik de bu eğilimin göstergesidir.
Sendikal ihanet çetesi yine ABye yönelik demokratikleşme yalanı kampanyasının baş aktörlerinden biri, baştan bu yana, hep sendikal ihanet çeteleri oldu. Bu hainler, liberal demokratlarla elele, işçi ve emekçilere demokratik Avrupa, AB ile gelecek demokrasi ve refah yalanını pompaladılar. Hain bürokratların son marifeti, sivil inisiyatif adı verilen 5li çete imzasıyla yayınladıkları son açıklama (bu kez TİSK, Türk-İş, Hak-İş, DİSK olmak üzere 4lü toplanmışlardı), sözde siyasal belirsizliğe ilişkin işçi-işveren ortak talepleri içeriyor. Ancak toplantının gerçekleşmesi de, görüşülen konular ve alınan kararlar da tümüyle işverenlerin taleplerini yansıtıyor. Siyasal tabloya ilişkin olanların yanı sıra, açıklamanın merkezini AB uyum yasalarının derhal çıkarılması isteği oluşturuyor. İşçi sendikaları, tam bir saldırı ve köleleştirme yasası niteliğindeki yeni iş yasa tasarısı ortada dururken (ki hazırlanmasında da büyük katkıları olduğu biliniyor), bu saldırıya karşı mücadele görevleri ortada/sahipsiz dururken, bir sermaye örgütünün yedeğinde ve sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda toplantılara katılıp açıklamalara imza atması kabul edilebilir, affedilebilir bir durum değildir. Bu hainler bu tutumlarının hesabını mutlaka vermelidirler. Sermayenin saldırılarına karşı mücadele, bu sınıf satıcılarına karşı mücadeleyi de içermek, hatta bu ikincisi daha öncelikli ve acil örgütlenmek zorundadır. Onlar sınıf mücadelesinin önündeki ihanet barikatıdır ve mücadelenin yükseltilebilmesi bu barikatın yıkılmasıyla doğrudan bağlantılıdır. |
|||||