BM eski silah denetçisi Hans Blix iki hafta önce, Amerikan-İngiliz emperyalistleri tarafından kitle imha silahlarıyla ilgili ortaya atılan iddiaların yalan olduğunu açıklamıştı. İşgalin üzerinden 6 ay geçmesine rağmen 45 dakikada devreye sokulabileceği iddia edilen silahlar bir türlü bulunamıyor. Bulunacağına inanan pek kimse de kalmadı.
Savaş kundakçısı ekip, Irakın Nijeryadan uranyum satın aldığı yönünde iddialarda bulunmuştu. Ocak ayındaki ulusa sesleniş konuşmasında bu iddiayı Bush da dile getirmiş, bu konuda kesin bilgilere sahip olduklarını söylemişti. Joseph Wilson, CİA tarafından ortaya atılan uranyum ticaretine dair iddianın doğru olup olmadığını araştırmak için Nijeryaya büyükelçi olarak atanmıştı.
Ancak Wilson geçtiğimiz hafta bu istihbaratın hiçbir dayanağı olmadığını açıkça söyledi ve yönetimi eleştirdi. Wilsonun açıklamalarından sonra Beyaz Saray ile CİAyı karşı karşıya getiren skandal patlak verdi. Tartışma sürerken, köşe yazarı Robert Novak üst düzey Beyaz Saray yetkililerine dayanarak, Wilsonın eşi Valerie Palmerın Nijerde gizli görev yapan bir CİA ajanı olduğunu yazdı. Wilson, eşinin adının ifşa edilmesinden Bushun en yakın siyasi danışmanı Karl Roveu sorumlu tutuyor ve yaptığı eleştirilerden sonra eşinin adını basına sızdırarak yönetimin kendisinden intikam aldığını öne sürüyor. Bush da kendisine yöneltilen konuyla ilgili soruları yanıtsız bırakıyor. CİAnın soruşturma açılması talebi ise Beyaz Saray tarafından reddedildi.
Savaş çetesinin yalan üzerine inşa ettiği Iraka saldırı politikasının temeli çatırdarken, Irakta 6 aydır kitle imha silahları arayan CİAya bağlı 1400 kişilik Irak Araştırma Grubu araştırma sonuçlarını bir raporla Washington ve Londraya sundu. Umut bağlanan rapor savaş kundakçıları arasında hayal kırıklığı yarattı. Zira ekibin başında bulunan BM eski silah denetçisi David Kay, aranan silahlara dair hiçbir kanıt bulunamadığını bu raporla itiraf etmek zorunda kaldı. Oysa Kay Temmuz ayında somut kanıtlar topladıklarını öne sürmüş, sürprizlere hazır olun demişti. Ama 6 ay uğraşmasına rağmen, efendilerine bir sürpriz hazırlayıp onları sıkıntıdan kurtaramadı.
Iraka saldırının temel gerekçesi, Saddam Hüseyinin kitle imha silahlarına sahip olduğu, bu silahların da ABD için bir tehdit oluşturduğu tezine dayandırılmıştı. Amerikan emperyalizmi güya bu tehdide karşı önleyici vuruş hakkını kullanıyordu. Fakat sözü edilen silahların bir türlü bulunmaması, yalana dayalı iddiaların tek tek çökmesi, Amerikan-İngiliz saldırganlarını kamuoyu karşısından savunma yapmaya zorladı. Yalanı yalanla örtme temeline dayalı savunmalar, Bu silahların var olduğuna kesinlikle inanıyoruz, şu ana kadar bulunmamış olması olmadıkları anlamına gelmez, kitle imha silahları bulunacak şeklinde özetlenebilir. Silahlar bulunacak gibi kesin ifadelerin kullanılması, 1400 kişilik CİA ordusunun bulacağı kanıtlara bağlanan umutlara işaret ediyordu. Fakat açıklanan rapor bu umutları da söndürdü. Artık Irak halklarının katilleri yeniyalanlara sarılmak zorunda kalacaklar.
CİA sözcüsü Bill Harlow, Doktor Kay, hala bilgi topluyor. Bu sadece ilk ilerleme raporu, raporda kesin bir sonuca ya da herhangi bir yargıya varılacağını beklemiyoruz türünden yuvarlak ifadelerle durumu kurtarmaya çalışıyor. Ama kendileri de bu yalanlarla işin içinden çıkamayacaklarını biliyorlar. Bu yüzden Saddam rejiminin kitle imha silahı geliştirme programlarını aramaya başladılar. Son sarıldıkları umut ise, işgalciler tarafından yeniden göreve çağırılan Saddam Hüseyinin eski savunma bakanı Sultan Haşim Ahmed. Bu katil tam da kendisine yakışacak şekilde işgalcilerle işbirliği yapmaya başladı. Kendilerine kitle imha silahı konusunda faydalı bilgiler sağlayacağını umut eden Bush yönetimi, eski bakana dokunulmazlık tanıdığını açıkladı. Ancak, Saddam dönemindeki kanlı icraatlarına artık ABD ordusunun hizmetinde devam edecek olan diktatörluuml;k artığı Haşim de, işgalcileri debelendikleri bataklıkta boğulmaktan kurtaramayacaktır.
Tüm dünya sık sık, nokta operasyonu adı altında Filistinlilerin yaşadığı binaların İsrail savaş uçakları tarafından bombalamasına tanık oluyor. Binaların füzelerle yerle bir edilmesi, çoğu çocuk ve kadın onlarca insanın katledilmesi, siyonistlere göre teröre karşı savaş kapsamına giriyor. İsrailli pilotların emirleri reddetmesine neden olan bu vahşetin gerekçesi ise, İsrail tarafından aranan direnişçi Filistinlilerden birilerinin söz konusu binalarda bulunmasıdır. Bu bombalamalar genellikle, dünyada metre kare başına yaşayan insan sayısının en kalabalık olduğu Gazze Şeridinde yapılıyor.
İsrailde bir grup savaş pilotu, Filistin topraklarına hava saldırısı yapmayı, operasyon yapacak birlikleri Filistine taşımayı reddetti. Düzenli ordu subayları ve yedek subaylardan oluşan 9u aktif, 18i yedek 27 pilottan oluşan grup, İsrail Hava Kuvvetleri Komutanına bu kararlarını toplu bir dilekçeyle iletti. Filistindeki katliamların ahlak ve yasadışı olduğunu dile getiren pilotlar, dilekçede şu ifadelere yer verdiler: Bizler İsrail devletine hizmet eden yedek ve aktif pilotlar, İsrailin işgal altındaki topraklarda yürüttüğü saldırı politikasına ve ahlak dışı, yasadışı saldırı emirlerine karşıyız. Masum sivilleri vurmayı artık reddediyoruz. İşgalin devam etmesi, ülkenin güvenliğine zarar vermektedir. Ordunun elit kesimi kabul edilen pilotlar, İsrail tarihinde ilk defa emirlere uymayı reddediyor. Bu yönüyle eylem kamuoyunda geniş yankı yarattı.
Daha önce de İsrail Kara Kuvvetlerine bağlı 500ü aşkın asker vicdani ret hakkını kullanarak, işgal altındaki Filistin toprakları Batı Şeria ve Gazze Şeridinde askerlik yapmayı reddetmişti. Bu tutumlarından dolayı ırkçı siyonistler tarafından vatan haini ilan edilmiş, 28 gün hapis yatmışlardı. İsrail ordusu içinden çıkan bu tepkiler siyonist vahşetin hangi boyutlara vardığı hakkında fikir veriyor.
İsrail gibi bir ülkede cesaret isteyen bu çıkış siyonist şeflerin sert tepkisiyle karşılandı. Gerçi İsrail devletinin Nazileri aratmayan kanlı bir sicil taşıdığı, en vahşi katliamları bile soğukkanlılıkla yaptığı bilinir. Ancak bizzat İsrail ordusu tarafından eğitilip yetiştirilen subayların (aralarında emekli bir tuğgeneral de bulunuyor) bu çıkışı, hem İsrail ordusunun katliamcılığının tescil edilmesi anlamına geliyor, hem de siyonist ordunun moraline darbe indiriyor.
Olayın kamuoyuna yansıması, dahası yeni pilotların da imzacılara katılma ihtimali, (nitekim bir pilot baskı ile imzasını çekerken, usta pilot diye bilinen bir yarbay imzacılara katıldığını açıkladı) Hava Kuvvetleri Komutanını harekete geçirdi. Üç televizyon kanalına öfkeli demeçler veren General Dan Halutz, pilotlara saldırdı. Bir yandan en ahlaklı ordu olduklarını iddia ederken, öte yandan katliamlara devam edeceklerini şu sözlerle açıkladı: Teröristlerin, sivillerin, kadınların ve çocukların arasına saklanıyor olması, bizim mücadeleyi bırakacağımız anlamına gelmiyor.
Filistin halkı işgale karşı direniyor, her direnişçi ise İsrail devletine göre teröristtir. Bu zihniyete göre tüm Filistinliler hedeftir. Vurulması istenen hedefte siviller olduğunu söyleyen pilota, komutanın verdiği yanıt, siviller umurumda değil, sana emir verilmiş, gösterilen hedefi vuracaksın! şeklinde oluyor.
İsrail ordusunun ne kadar ahlaklı olduğu ise, sık yaşanan şu örnekle anlaşılıyor. Geçen haziran ayında bir Hamas militanının evine bir tonluk bomba atılmıştı. Evinde ve çevrede bulunan, çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 16 kişi öldürüldü. Şaron ve generalleri bu tür katliamlara başarılı operasyon diyorlar. Bu vahşete onay veren İsrail toplumunun ciddi bir yozlaşma sürecine girdiğini, bazı aydınların yanı sıra, kendileri de geçmişte benzer suçlar işleyen emekli generaller de kabul ediyorlar. Bunlara son katılan kişi, 1982-87 yılları arasından İsrail Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapan bir emekli general.
Gerici-ırkçı propagandanın toplumu bir veba gibi sardığı İsrailde pilotların yükselttiği bu onurlu ses, siyonist barbarlığı teşhir etmekle kalmıyor, aynı zamanda işgale karşı direnen Filistin halkının haklılığını da bir kez daha teyit ediyor.