Dünya Ticaret Örgütüne üye 146 ülkenin ticaret bakanları ve bu ülkeleri temsil eden 4700 delege, bu yıl beşincisi düzenlenen bir konferansla bir araya geldi. 10-14 Eylül tarihleri arasında Meksikanın Cancun kentinde toplanan konferans ekonomi çevrelerince başarısız bulundu, 99 Seattleden sonra zengin ülkelerin yeni bir yenilgisi olarak değerlendirildi. Acaba uluslararası tekellerin, emperyalistlerin ve yoksul ülkelerin burjuvazilerini temsil eden bakanlarının beklentileri neydi ki, bu konferans başarısız ve emperyalistler açısından yenilgi olarak görülebilmektedir?
Küreselleşme ve serbest ticaretin sözcülüğüne ve organizatörlüğüne soyunan kuruluşların başında gelen DTÖ açısından bu konferans, dünya ticaretinin evrensel kurallarının yazılması için bir fırsattı ve konferansın sonuçları gerçekten de bu beklentide olanların heveslerini bir başka bahara erteledi. Yoksul ülkeler pazarlarını kuralsızca zengin ülkelerin yağmasına açmaya karşı sınırlı da olsa direnç gösterdi. Ülkemizde uşakça bir itaatle çıkarılan tütün ve şeker yasaları benzeri uluslararası yağma uygulamaları, başını Çin, Hindistan ve Brezilyanın çektiği 23 ülke tarafından kabul edilmedi. Bunun karşısında emperyalistler, uluslararası bir anlaşma olmadan riskli olarak tanımladıkları yoksul ülkelerle ticaret yapmayacaklarını, anlaşmazlıktan yine yoksul ülkelerin zararlı çıkacağını s&oul;yleyerek bu ülkeleri açıkça tehdit ettiler. Böylesi bir sonucun küreselleşme şampiyonlarını nasıl bir üzüntüye boğduğunu tahmin edebiliriz.
Halihazırda yine ciddi bir piyasa daralması ve bunun yarattığı krizle boğuşan dünya ekonomisi, başta ABD emperyalizmi olmak üzere gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin ihtiyaçları nedeniyle bir açmaz yaşamaktadır. Küreselleşmenin motoru mali sermaye, bir süredir özellikle ABDyi hedef alarak merkez ülkelere geri dönüyor. Bunun bir nedeni ABD ekonomisinin dış finansman gereği, diğer nedeni de gelişmekte olan ülkelerin piyasalarındaki sefalet! Birçok yerde iç talep ve yatırım olanakları, İMF politikaları sayesinde tahrip edildi, ekonomi daraltıldı. İroni şurada: Şimdi çevre ülkelerde borçlanan ABD; bu parayla hem kendi sanayisini ve tarımını çevreye karşı korumak için gerekli bütçe fonlarını, hem iç talebini hem de çevreyi baskı altında tutmak için gerekli askeri gücünü finanse etmek için kullanıyor.
İç piyasanın IMF politikalarıyla nasıl daraltıldığına şeker ve tütün yasalarıyla değindik. Aynı piyasa daralmasını yaşayan ABD ve diğer emperyalist ülkeler, bir yandan kendi üreticilerini sübvanse etmek, askeri harcamalarını karşılamak için dış sermayeyi kendi ülkelerine çekerken, diğer yandan serbest ticaret adına ellerindeki üretim fazlası ürünlerin ve teknolojilerin geri kalmış ülkelerce satın alınmasını istiyor; böylelikle bu ülkelerin üreticilerini, özellikle tarım üreticilerini tam bir yıkıma sürüklemeyi dayatıyor. Tüm bu yönleriyle küresel ekonomi kavramı emekçiler açısından yoksullaşma ve açlığın katmerleşmesinden başka bir anlama gelmiyor.
Ancak konferansın böylesi bir küreselleşmeye itirazlar nedeniyle anlaşmazlıkla sonuçlanmasını yoksul ülkeler ve onların tarım emekçileri açısından bir zafer olarak değerlendirmek yanlış. Bunun en önde gelen nedeni, Birleşik Metalİş Dış İlişkiler Uzmanı Gaye Yılmazın da belirttiği gibi, bu toplantıya katılan hükümet temsilcilerinin kendi ülkelerinin emekçilerini değil burjuvazilerini temsil etmeleriydi; bu yoksul ülkeler için de özellikle böyleydi. Eğer konferansa katılan yoksul ülke bakanları, topraklarının kurallara bağlanmış küresel bir yağmaya açılmasına itirazları olduysa, bunun nedeni kendi zenginlerinin böyle bir yağma anlaşmasına henüz hazırlıklı olmamasıdır. Bu ülke burjuvazileri ipleri kendi ellerinden alacak toptan ve sınırsız bir yağma yerine, daha güvenli buldukları bölgesel ve ikili anlaşmaları tercih etmktedir.
Örneğin Brezilya, Cancunda ABDye kafa tutuyor. Ama aynı Brezilya, ABD ile Amerikalar Arası Serbest Ticaret Anlaşması (FTAA) görüşmelerine devam ediyor. Yine biliyoruz ki Brezilya aslında Cancunda durduğu kadar net bir duruş sergilemiyor FTAA sürecinde. O daha kendi içine kapalı bir ikili anlaşma, ve orada daha farklı tehditler, şantajlar, zorlamalar sözkonusu. Ama böyle küresel bir toplantıda, çok taraflı bir toplantıda 21 ülkenin içinde yer almak bir nebze Brezilyanın işini kolaylaştırıyor ki bunu yapabiliyor. Aynı şey Hindistan ve Mısır için de geçerli
Türkiye açısından ise durum daha da vahimdir. Zaten öncesiyle İMF şartlarına kölece bir uysallıkla rıza gösteren Türkiye, bölgesel konjonktürle ve uşaklıkta sınır tanımaz bir siyasi iktidarla ABD ve uluslararası tekellerin şantajlarına daha açık hale gelmiştir. Cancun Konferansında da bu durum değişmemiş, Kürşat Tüzmene emperyalist büyüklerle yoksul ülkeler arasında arabuluculuk rolü düşmüştü. Yani yağma anlaşmasına sınırlı da olsa çıkan itirazları utangaçca yatıştırmak ve ikna etmek. Ancak dünya ticaretinin evrensel yasaları ve yasa koyucuları Türkiye işçi ve emekçileri için hiç de iyi bir gelecek planlamıyor. Küresel ekonomi kuralları içinde Türkiyenin yeri, AB ve ABD ürünleri için bir müşteri, onların geri ve elde kalmış teknolojileri için bir çöpl&uul;k olmaktan başka bir şey değil.
Konferans, protestolar sırasında kendi canına kıyan Güney Koreli bir çiftçi ile de gündeme geldi. Ancak konferansı değerlendiren Hindistan Ekonomik ve Ekolojik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü Dr. Vandana Shiva, Hindistanda 20 bin çiftçinin üretim maliyetleri ile satış getirisi arasındaki fark nedeniyle intihar ettiğini, buna da çeşitli tahıl türlerindeki genetik tohum tekellerinin neden olduğunu söylüyor. ABnin elinde kalan 1 milyon ton şeker pancarı stoğunun eritmek için çıkarılan şeker yasasını ve ABD tütün tekellerini ihya etmek için çıkarılan tütün yasalarını, Tekelin ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesi hezeyanlarını hatırladığımızda, ülkemiz emekçilerinin de benzer bir yıkım sürecinin içinde olduğunu görebiliriz. Ülkemiz için kalkınma çığırtkanlığı apan siyasi iktidarlar demagojiden ve ikiyüzlülükten başka bir şey yapmıyor, ülkeyi uluslararası tekellerin kurallarına uygun olarak yağma ve talana açıyor.
Gerçek bir kalkınma emperyalist-kapitalist sistemin kuralları dışında, anarşiye değil plana dayalı, toplumun ihtiyaçlarını gözeten bir üretimle mümkündür. Gerçek bir kalkınma, işçiler ve tarım emekçileri için kapitalist ekonomi kurallarının tehditleri olmadan üretim, ancak bu çemberi baştan reddeden bir siyasi hedefle, yani sosyalizmle mümkün olabilir.
16 Eylül günü Hollanda Kraliçesi Beatrix, tarihi meclis binasında, hükümetin gündeminde olan sosyal saldırı paketlerine ilişkin geleneksel konuşmasını yaptı. Konuşmasında saldırıların çerçevesini çizdi ve böylece saldırıların yolu açılmış oldu.
Sosyal saldırı paketi dört ana başlık altında toplanıyor; emeklilik yaşının yükseltilmesi, sigorta (hastalık ve bakım) ödeneklerinin kısılması, sağlıklı çalışma haklarının gaspedilmesi ve iş yaşamının yeniden düzenlenmesi.
Uzun süredir Avrupanın çeşitli ülkelerinde benzer yasalar gündemde. Hollanda hükümeti 2004-08 takvimi olarak adlandırdığı sosyal saldırılarla, giderek derinleşecek krize karşı zorunlu tasarruf adı altında 17 milyar Euroluk kısıntıya gitmek istiyor.
Çeşitli muhalefet partileri ve FNV (Hollanda Sendikalar Federasyonu) baştan beri saldırın içeriğine karşı çeşitli eleştiri yöneltiyorlar. Yapılmak istenenin zorunlu değil gereksiz tasarruf olduğunu ve bunun 2. Dünya Savaşından sonra ilk büyük ve kapsamlı saldırı olduğunu vurguluyorlar. Bunun kazanılmış haklara açık saldırı olduğunu içeren bildiriler çıkarıyorlar. FNV (diğer sendikalar halen sessizliğini koruyorlar) bu saldırının içeriği ve kapsamıyla ilgili büyük işyeri ve fabrikalarda yaygın bildiriler dağıttı ve duvar gazeteleri astı. PvdA (İşçi Partisi), SP (Sosyalist Parti), GL (Yeşil Sol) de saldırıya karşı kampanya yürüttüler.
20 Eylül günü Amsterdam Dam Meydanından başlayan bir protesto yürüyüşü düzenlendi. Sözde saldırıya karşı olan partiler, sendika, örgüt ve kişiler eyleme katılım yönünde hiçbir çağrı yapmadılar. Sadece SP net olmayan bir çağrıda bulundu. Açıktan bir çağrı olmamasına rağmen eyleme 10 bin kişi bekleniyordu. Ancak eylem günü 25 bin işçi ve emekçi hükümetin saldırılarını protesto etmek için alanlara çıktı. Taşıdıkları pankart, bildiri vb. materyaller ve çeşitli temsilcilerin yaptığı konuşmalarda saldırı paketi ve hükümet protesto edildi.
Yürüyüşün bitiş noktasında çeşitli parti ve örgütler stand açmışlardı. Tartışma çadırları kurulmuştu. Eylem oldukça coşkulu geçti.