Tasfiyecilikten teslimiyete,
teslimiyetten ihanet batağına doğru!
26 Ekimde toplanan KADEK 2. Olağanüstü Kongresi kendisini feshetme; dört-beş yıldır açık biçimde sürdürülen tasfiyeci ve teslimiyetçi siyasal çizgiye uygun örgütsel ve programatik bir çerçeve oluşturma kararı alarak sonuçlandı. Henüz elimizde kongre tarafından basına sunulmuş kapsamlı ve resmi bir metin yok. Fakat, basına yansıtıldığı kadarıyla, alınan kararların ne ifade ettiği yeterince açık. Kongrenin yalnızca kendini feshetme gündemiyle toplanması bile kendi başına çok şey ifade ediyor. Bundan böyle KADEKin yerine kurulduğu ilan edilen Demokratik Kurtuluş Partisinin (Partiya Rızgariya Demokratik/PDK) temel görevi, tasfiyeciliği her alanda açık bir siyasal-örgütsel kimliğe ve programa kavuşturmak olacak. Demokratik ve ekolojik sisteme denk düşen yeni bir örgütsel yapılanmayla anlatıln budur ve yalnızca tasfiyeciliğin örgütsel alanını ifade etmektedir.
Kongre aynı zamanda sözde yeni yapılanma programının, yeni dönemde izlenecek temel politikaların çerçevesini de çiziyor. İlerleyen günlerde alınan kararları, gerekçe olarak sunulan değerlendirmelerle birlikte, daha yakından ve ayrıntılı olarak ele alma imkanı bulacağız. Biz şimdilik, yalnızca malumu ilan eden 2. Kongrede alınan kararların, yapılacak değişikliklerin kime ve neye hizmet ettiğine, yeni açılımdan ne kastedildiğine ve teslimiyetten ihanete neden ve nasıl gelindiğine kısaca değineceğiz. Fakat öncelikle 2. Olağanüstü Kongreyle atılan adımı, gelinen yeri tanımlamak gerekiyor.
Tasfiye ve teslimiyet yolunda
son rötuşlar yapıldı
2. Olağanüstü Kongrede alınan karar, tasfiyeciliğin her alanda olağan sonuçlarına kadar genişletilmesi ve derinleştirilmesidir. Gelinen yer; geçmişin mirasının, oluşturulan değerlerin, mücadele ile elde edilen tüm birikimin cepheden ve açıktan reddi ve inkarıdır. İşte 2. Kongrenin yaptığı şey, birkaç yıldır zaten bu yönde işletilen sürece, bu çizgiye yeni bir örgütsel yapı, yeni bir program temeli oluşturmak ve her alanda pratik bir işlerlik kazandırmaktır. Bir başka ifadeyle 2. Olağanüstü Kongre, bu siyasal çizginin programını oluşturmayı ve örgütünü inşa etmeyi temel ve tek gündem olarak önüne koymuş ve bu görevi başarıyla yerine getirmiştir. Böylece, 2. Kongre ayıbı örten incir yaprağını da kaldırmıştır.
Son kırıntısına kadar geçmişin mirası ve değerleri terkedilince, artık işbirlikçilik, emperyalizme uşaklık yegane çözüm; ihanet ise temel bir politika olarak daha açıktan savunulabilecektir. 2. Olağanüstü Kongre bu yönde en temel adımı atarak bu sürecin önünü açmış, bunu yeni kavramlarla ifade etmiştir. Peki bu noktaya nasıl gelindi?
Ulusal kurtuluş hareketindeki
sınıf gerçeği
Kuşkusuz ki tasfiyecilikten teslimiyete ve ihanete doğru atılan bu son adımlar ne yenidir ne de sürpriz sayılır. Tasfiyeci ve teslimiyetçi çizgi, henüz PKKnin silahlarını elden bırakmadığı bir dönemde, ideolojik zaafiyetlerin bir sonucu olarak dillendirilen barış, demokratik çözüm arayışlarıyla giderek süreç içinde güçlenen bir eğilim olarak uç verdi. Bu, Kürt orta sınıflarının ulusal hareket üzerindeki ağırlığını artırmaya başladığı bir sürece denk düşmektedir. Başlangıçta taktik bir açılım olarak ileri sürüldüğü ilan edilen barış, demokratik çözüm formülasyonları tam da Kürt orta sınıfının karakterine uygun bir siyasal çizgiyi ifade etmekteydi ve bu ağırlığın basıncıyla gündeme getirildi. Kürt burjuvazisi çouml;züm bulma adına, zamanla Kürt ulusal hareketi üzerinde daha da hakim hale geldi. Özellikle resmi düzeyde ve yasal alanda onun tek sözcüsü olarak davranmaya başladı. PKK henüz en sert çatışmaların yaşandığı bir süreçte, bu gelişmeyi, ulusal kurtuluş mücadelesinin katettiği bir aşama, bir başarı olarak sundu ve sonuna kadar destekledi. Yaşanan ise, açmazların daha da derinleşmesi, ulusal mücadelenin tıkanması v güç kaybetmesi ve nihayet bu sınıfsal zemin üzerinden yaşanan yenilgisi oldu.
Doğal olarak dünün devrimci ulusal kurtuluş mücadelesinden ve devrimci taleplerinden yüzgeri ederek emperyalizmle uzlaşma ve böylece kırıntılar elde etme çizgisine savrulma, bu sınıfsal temel üzerinden gerçekleşmiştir. Öcalanın yakalanması ve teslimiyeti seçmesi, kendi başına belirleyici bir başlangıç noktası değil, bu sürecin yalnızca kritik ve önemli bir aşamasıdır.
Teslimiyetin ötesi daha açık ve
daha kapsamlı ihanettir!
Ulusal mücadelenin devrimci sınıf temelinden, devrimci talep ve çözümünden (programından örgütüne, politikasından taktiğine kadar bir dizi alanında) bir kopuş yaşanınca, uzun bir süre ara bir yerde kalabilmenin de mümkün olmadığını yaşanan bu örnek üzerinden bir kez daha görüyoruz. 2. Olağanüstü Kongre, KADEK adı altında geçirilen yaklaşık 18 ayın ardından bekleyişe ve bir takım belirsizliklere artık son verileceğini ilan ediyor. Ve emperyalizmin kanatları altında güvenli bir yer edinmek, onun gölgesinde ve onun sayesinde bahşedilecek kırıntılara razı olmak yeni hedef olarak gösteriliyor. Bunun yüklediği görevler ise Leninist parti etkilerini aşan yeni bir yapılanmaya gitmek; reel sosyalist örgüt yapısıyla Ortadoğunun dogmatik kültürünün izlerini silmek; demokratik ve ekolojik sisteme dnk düşecek yeni bir örgütsel yapılanmanın yolunu açmak; ABDnin Iraka müdahalesi ile oluşacak gelişmelerden yararlanmak için demokratikleşme, meşrulaşma, dönüşüm vb. adları altında tasfiyeyi sonuna kadar götürmek biçiminde ifadesini buluyor. Yani hedef, son birkaç yıldır tasfiye edilen, çürümeye bırakılan, terkedilen, açıkça ayaklar altına alınan de&curen;erlerin ve birikimin, hala varsa, bütün etkilerini ve izlerini de silip süpürmektir.
2. Olağan Kongrede yaşananlar, ortaya çıkan sonuçlar tasfiyeciliğin ve teslimiyetin son hamleleriyle son rötuşlarıyla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Kürt kitleleri üzerindeki denetimlerini elde tutmak ve onları bu çürümüş bataklıkta tutabilmek için, çok zorlanırlarsa bir süre daha, yaptığımız basit bir isim ve program değişikliğidir diyecekler. Öte taraftan, başta ABD ve AB olmak üzere kanatları altına girmeye hazırlandıkları emperyalistlere, verdikleri sözü yerine getirmiş olacaklar. Elbette, şu ya da bu şekilde el altında tutabilecekleri silahlı güçlerini ihtiyaç olduğunda ABDnin hizmetine sunmaktan da geri kalmayacaklardır. Son rötuşlarını yaptıkları tasfiye ve teslimiyete doğru attıkları adımların bir ifadesi olan 2. Olağan Kongre daha fazlasına bile olanak tanımaktadır. İşbirliğinin, eperyalizme yaranmanın önünde artık hiçbir engel kalmamıştır. 2. Olağan Kongrede tartıştıkları mesele tam da budur; ayakta kalmamızın tek yolu sırtımızı, bölgenin yeni hakimi olmaya soyunan ABDye yaslayıp bazı kırıntılar elde etmek, eskiye ait olan herşeyi son kırıntısına kadar temizlemektir demektedirler.
Hem Kongrede alınan kararların siyasal içeği hem de kongrenin toplanma tarihine bakarak, bunu ABDnin damgasını vurduğu bir kongre olarak nitelemek hiç de yanlış olmaz. Nitekim basına açıklamalarda bulunan Cemil Bayık bunu dolaylı olarak, oluşan yeni koşullara atıf bağlamında itiraf ediyor. PKK yöneticileri daha başından itibaren ABD işgalini olumlu karşıladıklarını, desteklediklerini dolaylı ve dolaysız sayısız açıklamalarla ortaya koydular.
Öte taraftan, kongre tarihinden kısa bir süre önce ABDli yetkililerin PKK ile kapsamlı bir görüşme yaptığı biliniyor. ABD kendi gözetiminde silahsızlandıkları -ya da istihdam edildikleri- koşullarda kendilerine yaşam hakkı tanınacağını öteden beri hem bir tehdit hem de kirli bir teklif olarak yineleyip duruyordu. Büyük bir olasılıkla yapılan görüşmelerde bu sorun bir şekilde anlaşmayla bağlandı ve 2. Kongre, bunun verdiği güvence ile son rotüşlar için gerekli kararları çıkardı. Sonuç, emperyalistlerin önerdiği çerçeveye uygun bir program, örgütlenme, politika oluyor.
2. Olağan Kongre ile ihaneti bir program, emperyalizmin hizmetine girmeyi bir kurtuluş olarak sunan bu anlayışın oynayacağı yeni ve uğursuz rolün yolaçacağı yıkıcı sonuçlara yakında daha kapsamlı ölçeklerde tanık olacağız.
Tasfiyeciliğin ve teslimiyetin sonu
ihanet içinde çürümektir!
Ne büyük bir talihsizliktir ki, Ortadoğu ve dünyanın ezilen diğer halkları işgallere, haydutça saldırılara karşı direnirken onlar teslimiyeti seçiyorlar. Halklar emperyalizme karşı yeni bir mücadele dönemine girerken tasfiyeciler ve teslimiyetçiler işbirliğine yöneliyorlar. Ağır bedellerle, onurlu bir mücadele ile elde edilmiş bir mirası, emperyalist çakalların kumar masasına yatırarak itibar kazanmaya, kırıntılardan nasiplenmeye çalışıyorlar. Düne kadar buna cesaret edemeyenler artık bundan başka bir kurtuluş yolu yok deyip doğruca bataklığın yolunu tutuyorlar. Kendilerinin bittikleri yerde, Kürt halkının devrimci mücadelesini de bitirmeye çalışıyorlar. Böylece aslında, Kürt halkının önünde aşılması gereken temel bir engel olarak dikiliyorlar.
Tasfiyeciliğin, teslimiyetin sonu ihanet içinde çürüyerek yok olmaktır. Halklar bataklığın, ihanetin, teslimiyetin değil, mücadelenin yolunu tutuyorlar. Kürt halkı, önüne çıkan bütün engelleri aşarak bu mücadeledeki onurlu yerini er ya da geç alacaktır.
Aynı yolu farklı kulvarlarda koşanların
ve kuyrukçuların hazin tablosu!
Ulusal temelde de olsa sınıfların oynadıkları rolü kavrayamayanlar, bu süreci, hiç değilse bu sürecin pratikte ortaya çıkardığı somut sonuçları dikkate alarak, anlayıp çözümleyemediler. Barıştan gerillanın ülkeden çekilmesi ve giderek çürümeye bırakılmasına; demokratik çözümden sermaye devletine güzellemeler ve övgülerle dolu demokratik cumhuriyete; tasfiyecilikten teslimiyete ve giderek ihanete evrilen sürecin sınıfsal mantığını, aralarındaki ideolojik ve siyasal bağı hala da yerli yerine oturtabilmiş değiller. Hala da oluşan tabloyu taktiğin azizliğine, gelişmelerin tatsız sonuçlarına bağlayanlar; bugünkü Kürt tasfiyecilerinin yeni bir silkiniş içine girebileceğini umutla bekleyenler var. Böyle bir bakıştan yoksun olanlar, elbette son gelişmeleri de anlayamayacak ya da arık anlamak istemeyeceklerdir. Anlayamayanlar aşamaz, aşamayanlar ise aynı akıbeti paylaşmaya mahkum olurlar.
Çoğu artık reformistleşen solun önemli bir kısmı, ihanete doğru atılan bu adımları canı gönülden desteklemeye devam ediyorlar ve edecekler. Teslimiyete ve ihanete doğru atılmış olan bu adımları onaylamayan, ama öte taraftan taktik bir açılım olarak görenlerin hala da temkinli yaklaşımda ısrar edip etmeyeceklerini; rüzgara göre yön değiştirenlerin, kuyrukçuluğa devam etmek için ne tür mazeretler ileri süreceklerini izlemek ise ilginç olacak. Hala da devrimci iddialara sahip bu sonuncuların aldığı tutum, tablonun kendisi kadar hazin.
Geç kalınmış değil, ortaya çıkan sonuçlardan, hata ve zaaflardan da öğrenilebilir ve sorunlar aşılabilir. Komünistlerin ciltler dolusu değerlendirmelerine bu vesileyle bir kez daha bakılmasında fayda olduğunu düşünüyor ve öneriyoruz. Yaşanan gelişmeler, ulusal sorunun nasıl ele alınması gerektiği, bu konudaki görevler, olası zaafların oynayabileceği rol vb. konularda hem teorik hem de pratikte komünistleri doğrulamaktadır.
KADEK kendini neden lağvetti?
Kürt dostu Washington
Öncelikle Washington. ABD, savaşın esas olarak bittiğini ilan ettiği 1 Mayıstan bu yana Irakta öngöremediği bir direnişle karşılaşıyor. Üstelik Irakta Amerikan işgaline karşı süren direniş, hem giderek daha gelişmiş silah ve yöntemler kullanarak Washingtonu güç durumda bırakıyor, hem de eylemlerini ülkenin merkezi ve kuzey bölgelerine taşıyor. ABD, askeri açıdan zorlanmaya başlarken, Hindistan, Pakistan ve Türkiyeden askeri destek bulamazken, ülke içindeki tek dayanağı, müttefiki Kürtlerle ilişkilerini yoğunlaştırıyor, yoğunlaştırmak zorunda kalıyor. ABD, Irakta varlığını sürdürebilmek, amaçlarına ulaşabilmek için Kürtlerle iyi ilişkilerini sürdürmek zorunda. Iraklı Kürtler de zaten Amerikan işgalini, Washingtonun Irakı Saddam diktatörlüğünden kurtarıp ülkeye emokrasi yerleştirme operasyonu olarak görüyor. Ayrıca ülkede nispi istikrarın bulunduğu (Musul, Kerkük hariç) tek alan Irak Kürdistanı olduğu için, ABD bu bölgeyi hiç olmazsa bugünkü haliyle korumak istiyor. Dolayısıyla KADEKin bölgede herhangi bir siyasi ya da askeri sorun çıkarmasına izin vermek istemiyor.
ABDnin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Iraka gelmemesini istemesinin ardında yatan nedenlerden biri de bu. Bu bölgede ters örnek olarak İslami El Enser örgütünü gösterebiliriz. El Enser, El Kaide ile ilişkide olduğu gerekçesiyle, ABDnin Kuzey Iraka vardığı günlerin hemen akabinde, çok kısa bir süre içinde, radikal olarak bölgeden sökülüp atıldı. ABD ordusunun bugüne kadar KADEKe yönelik herhangi bir operasyonu ise söz konusu değil. Abdullah Gülün KADEK, KDPli (Kürdistan Demokrat Partili) ve Amerikalı askerlere saldırdı yolundaki açıklaması ise Amerikanın Sesi radyosunca doğrulanmadı. Üstelik ABDnin, KADEKle KDP arasında esir değiş-tokuşu için arabuluculuk yaptığı da açıklandı. Bu ilişki önümüzdeki dönem daha yoğun bir işbirlğini zorunlu kılabilir.
ABD, halen dönem başkanlığını Talabaninin yaptığı Geçici Hükümet Konseyinin, Federal Devletin Anayasa hazırlıkları ile meşgul olduğu bir süreçte, KADEKin KDP ve KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ile düzelen ilişkilerini de hesaba katarak, KADEKi Kuzey Irakta bir nevi sivilleştirme harekatı sürdürüyor. ABDnin KADEKlilerle çeşitli düzeylerde temasta olduğunu bilmeyen kalmadı. KADEK yöneticilerinden Nizamettin Taşın savaş sonrasında İngilterede yayımlanan Financial Times gazetesinde birinci sayfadan yayınlanan söyleşisinde, KADEK zaten ABDnin kendilerini kaale almasını talep ediyor ve Ortadoğunun yeni haritasını Amerikalılarla birlikte çizmek istediklerini açıklıyordu.
KADEKin kendini lağvetmesi sayesinde, ABDnin kazanç hanesine en az iki kalem birden yazıldı: Hem Kuzey Irakta KADEKin yaratması muhtemel bir istikrarsızlık (TSK ya da KDP-KYB ile anlaşmazlık ya da çatışma) önlendi, hem de Ankaranın KADEK itirazı ve baskısı geçersiz hale geldi.
Washington, KADEKle ilişkilerini yumuşak bir şekilde çözmeye çalışırken, yakın zamana kadar ABnin elinde önemli bir koz olarak bulundurduğu Kürt meselesinde çözüm arayışına da bir şekilde ortak oluyor.
ABD, şimdilerde, Iraktan çekilmek zorunda kaldığında, Kuzeydeki Kürtlerin kaderini, büyük bir ihtimalle ne düşünüyor ne de planlıyor... ABDnin 1991 Körfez Savaşının ardından Kürtleri nasıl yarı yolda bıraktığını hatırlamak da herkesin işine gelmese gerek...
Ankara: Stratejik müttefikin Kürt hediyesi
Meseleye Ankara açısından bakıldığında, Ortadoğu ve Irak politikalarını nevrotik bir şekilde PKK/KADEKle sınırlandıran bakış açısı bir kez daha darbe yedi. Özellikle de Iraka asker gönderemeyeceğini, dolayısıyla da Orgeneral Özkökün de kabul ettiği üzere Kuzey Irakta etkili olamayacağını anladığı bir dönemde, Türk yönetimi, mücadele edilmesi gerektiğini savunduğu bir örgütten mahrum kalmanın sıkıntısını çekiyor. Bu kez, sorun, sıradan bir isim değişikliği değil.
Ankara, bir süredir ABDnin Kürtleri kayırdığını savunurken, Amerikan ordusunun Kuzey Irakta KADEKe karşı pasif kaldığını ima ediyordu. Çünkü Türkiye Genelkurmayı kendi özel timlerine karşı gerçekleştirilen Amerikan operasyonunun, aslında KADEKe karşı yapılması gerektiğini düşünüyor ve umuyordu. Oysa, şimdi, eskisine oranla bozulan Ankara-Washington ilişkileri, KADEKin kendini lağvetmesiyle, daha da olumsuz bir mecraya seyredebilir. KADEKin Kuzey Irakın siyasi ve sivil güçlerinden biri haline gelmesi, Ankaranın Iraktaki Kürt federe devleti ya da Kürdistan özerk eyaleti çekincesini daha da çok artırır. Çünkü bu entite artık sadece örnek alınabilecek bir model değil, Ankara açısından bizatihi mücadele edilecek bir entite hline gelebilir.
Ankara, Kürt yurttaşlarına kalıcı bir güven vermekten uzaklaşırken, uyguladığı uzlaşmaz ve dogmatik politikalar nedeniyle de bazı siyasi ve askeri güçleri Washingtona doğru yönlendiriyor. Hürriyetten Cüneyt Ülseverin de belirttiği üzere (12 Kasım), Ankaranın, genel olarak Ortadoğuda özel olarak da Irakta etkisi azalıyor.
Türk televizyonları, Salı akşamı, konuyu haberleştirirken, işin Irak ve ABD boyutunu görmezden gelirken, kasıtlı olarak AB terör listesi üzerine yoğunlaştı. Oysa, Bağdat çıkışlı ve Ortadoğu kökenli bir gelişmenin esas nedeni Brüksel olamaz ki...
Bağımsız güç olabilmek...
Son olarak meseleye Kürtler, daha sınırlı bir deyişle PKK (Kürdistan İşçi Partisi)-KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) açısından bakmaya çalışalım: PKK, lideri Öcalanın yakalandığı 1999 başından önce ve sonra, gerek Ankara, gerekse ABD ve Kuzey Irakdaki Kürt örgütlere yönelik siyasetlerini ve tavrını büyük ölçüde değiştirdi. Aslında 1999dan bu yana PKK/KADEKin politik çizgisinde muğlaklık ve istikrarsızlık ile çelişkiler sık sık ön plana çıktı. Öcalanın açıklamaları ile Başkanlık Konseyinin açıklamaları arasındaki farklılıkların yanı sıra, dikkatli bir okur, Başkanlık Konseyinin farklı üyelerinin de basında yer alan demeçlerinde farklı olgulara ağırlık vermiş olduğunu kolayca saptıyor. Aslında bu durum, PKKnin geçirdiği değişimde bi geçiş aşaması olarak kabul edilse de, bölgede meydana gelen önemli, hatta tayin edici değişimler karşısında bu örgütün her zaman kendi içinde tutarlı bir politika oluşturamadığı sinyallerini verdi.
PKK/KADEKin Ankara, ABD ve Iraklı Kürt partilere karşı tutumundaki virajlar, siyasal-ideolojik temelindeki kimi eksiklikler, liderlik sorunu, muhalif niteliklerinin azalması gibi engeller bu örgütü kaçınılmaz olarak, dış etki ve baskılara karşı savunmasız bırakabiliyor. 1992ye kadar büyük ölçüde elinde tuttuğu inisiyatifi yitiren PKK çizgisi, reel politika adı altında ama daha çok da değişen güç dengelerini ve orta vadeli gelişmeleri dar bir bakış açısıyla yorumladığı için, Iraktaki ABD işgalini ve Iraklı Kürtlerin konumunu, işgal karşıtlarından çok farklı bir şekilde ele alıyor. KADEK liderlerinden birinin demokratik işgal deyimini kullanması manidar değil mi? Bugün sorunu siyasi yöntemler ve görüşmeler yoluyla çözmek istediğini açıklayan PKK/KADEK, global ve bölgesel düzeyde, belki baz muhataplar bulabilecek ancak, bağımsız, yerli ve özgün bir siyaset oluşturma ve yapma yerine, global egemen gücün alanındaki bir örgüt olarak algılanma tehlikesiyle karşı karşıya. (...)
Ragıp Duran
(12/11/2003/BİA Haber Merkezi)
|