Dünya Bağdatın pek de direnmeden düşüşüne tanık oldu. Açık ki bunu işgal güçleri de beklemiyorlardı. Bu nedenle kente tümüyle hakim olmadan bir zafer ilanından kaçınıyorlar. Ancak ABD-İngiltere saldırganlığının bu temkinli tutumu uşaklarını bağlamıyor. Onlar şimdi zafer naralarıyla dolaşıyorlar ortalıkta. Alenen uşaklık yapmaktan imtina etmiş olan başka bir kısım uşak ruhlular ise bu sonucun yorumuyla ele veriyorlar kendilerini. Onlara göre savaşın böyle erken bitmesi ve bu şekilde sonuçlanması iyi olmuş!.. Hiç olmazsa katliam büyümemiş!.. Savaşın acıları sınırlı kalmış!..
Gerçekten böyle mi? Savaşın böyle çabuk ve saldırganların kazanımıyla sonuçlanmış olması, katliamın nihayet son bulduğu, savaş acılarının bittiği, Irakın demokrasiye-dünyanın huzura kavuştuğu anlamına mı geliyor? Yoksa tam tersi bir anlam mı çıkarmak gerekiyor yaşananlardan?
Ortadaki çıplak gerçeklere rağmen bu sonucu olumluya yorabilmek için insanın ruhunun ve beyninin uşaklık illetiyle sakatlanmış bulunması gerekiyor. Çünkü, ABD emperyalizminin plan ve hesaplarının Irak ile sınırlı olmadığı, Ortadoğuda ve dünyada kurmayı düşündüğü yeni düzenin ilk adımlarını teşkil ettiği, bizzat ABD kaynakları tarafından çoktan açıklanmış bulunuyor. Hatta Amerika bu konuya ilişkin niyetlerini tekrar tekrar ortaya sürerek bir tehdit unsuru olarak kullanmayı bile tercih ediyor.
Dolayısıyla, Bağdatın düşmesi ne savaş adı altında yürütülen vahşi kırım hareketinin nihayet bittiği anlamına geliyor, ne de Irakın demokrasiye kavuştuğu... Ayrıca, böyle bir sonuç saldırganların amacına ve konumuna da uygun düşmez. Saldırganların konumu Ortadoğu bataklığına beline kadar gömülmüş olma halidir. Bu bataklığın dönüşü kolay değildir ama, ilerlemeye çalışmak daha da zor, hatta imkansızdır. Hiç kimse emperyalistlerin Bağdattaki kolay başarısına aldanmamalıdır. Irak halkı sergilediği onurlu direnişle Irakın Bağdattan ibaret olmadığını göstermiştir ve hala göstermeye devam etmektedir. Ortadoğunun tehdit altındaki diğer ülkeleri ve halkları, hiç kuşku yok ki, çok daha ilerisini gösterecek kapasitededir.
Bağdatta ortaya çıkan savaşmadan yenilme durumuna rağmen Güneydeki direnişin hala kırılamamış olması, çatışmaların yer yer sürmesi tabloyu anlamak ve açıklamak için yeterli ipucu vermektedir. Bağdat çürümüş Saddam rejiminin karargahıydı ve bu rejim tam da yapısına uygun bir tutum sergileyerek direnen halkını ortada bıraktı. Güneyin halkları ise yıllar süren emperyalist ambargo yüzünden çektikleri yoksulluk ve acıların öfkesiyle karşıladılar işgal ordularını. Dünyanın süper silahlı güçlerine, bunların en aşağılık katliam saldırılarına karşı kahramanca direndiler. Üstelik, işgal saldırısına Güneyden başlayan emperyalistlerin en büyük umudu, tam da yaşadığı bu sıkıntılardan dolayı Şii halkın, rejime sadakatsizlik/emperyalist işgale yardakçılık yapmalarıydı. Görüldüğü gibi b&oum;yle olmadı. Basranın, Necefin, Umm Kasrın, Nasıriyenin, Kerbelanın yoksul Arap ve Şiileri işgalcileri çiçeklerle değil, direnişle karşıladılar. Saldırıya uğrayan, korumaları gereken Saddamın değil kendi ülkeleriydi çünkü. Başlarına tonlarca bomba yağdırılan, çocukları katledilen ve direnmedikleri takdirde yarın köleleştirilecek olan kendileriydi.
BAAS diktatörlüğüne rağmen Güney nasıl direndiyse, Bağdat halkının da aynı nedenlerle direneceği bekleniyordu kuşkusuz. Saldırganlarsa, Güneyde karşılaştıkları direnişin moral çöküntüsüyle daha büyük bir direnişle karşılaşacakları kaygısıyla davrandılar. Karşılarında halk direnişine ek olarak iktidar güçlerini ve ordularını da bulacakları beklentisiyle ve yollarda oyalanarak, kara hareketini geciktirip hava bombardımanını yoğunlaştırarak sürdürdüler saldırıyı. Bağdata girdiklerinde ise muhataplarının kenti terkettiğini gördüler. Ne Saddam vardı ortada, ne kurmayları ve ne de Cumhuriyet Muhafızları...
Ülkenin başkentinde, iktidarın bu merkezinde halk, doğal olarak, düşmanı hükümetin ve devletin karşılamasını bekliyordu. Böyle bir karşılaşmada onlar da işgalcilerin karşısında yer alacak, BAAS diktatörlüğünü desteklemek için değil ama yurt savunması için direnişe katılacaklardı. Ama bir sabah, Bağdat kapılarına dayanmış düşman ordularıyla devlet güçlerinin çatışmasını değil, terkedilmiş sokaklarında ve meydanlarında düşman tanklarını ve askerlerini gördüler. Haftalardır yağan bombaların altında acıları ve öfkeleriyle düşmanı bekleyen ve direnişe hazırlanan Bağdatlılar işte o zaman terkedildiklerini, ihanete uğradıklarını, yalnız bırakıldıklarını gördüler.
Dolayısıyla, Bağdatta yaşanan bugünkü suskunluk kimseyi umutlandırmamalı, kimseyi umutsuzluğa da düşürmemeli, aldatmamalıdır. Bağdattaki durum geçicidir. Çünkü işgal güçleri kalıcıdır. İşgalin ilerleyen günlerinde ve emperyalizmin kolay başarı hevesiyle yöneleceği yeni işgal bölgelerinde nelerle karşılaşacağı, Ortadoğuda düştükleri bataklıkta bu haydutları daha nelerin beklediği meçhuldür. Bugünden belli olan tek şey, bunların işgalciler için hiç de hoş sürprizler olmayacağıdır.
Bağdatın düşmesiyle elde edilen kolay başarı emperyalistler açısından asla bir zafer değildir. Onların Irakta hiçbir hesapları tutmadı, hiçbir beklentileri gerçekleşmedi. Çiçekle karşılanmayı bekliyorlardı, müthiş bir öfke ve kinle karşılandılar. 3-5 günde sonuç almayı bekliyorlardı, haftalar sonra hala tam bir sonuç alabilmiş değiller. Irak devletiyle çatışacaklarını ve yeneceklerini, halkınsa en azından seyredeceğini umuyorlardı, tam tersi oldu. Irak halkı direnişle karşıladı, muhatap aldıkları rejimse karşılarına bile çıkmadı.
Zafer bunun neresindedir ve emperyalizmin hangi hesabı tutmuştur?
Emperyalistler, tam da hesapları boşa çıktığı ve bu yanılgılarının üstünü örterek dünyayı yanıltabilmek için, Bağdattan bir görüntüye mal bulmuş mağribi gibi sarılıyorlar. Bağdatta Saddam heykelinin devrilmesi sahnesiyle kendilerini avutuyorlar. Emperyalizm uşakları da aynı tabloyu, Bağdat halkı Saddam heykelini yıktı ve yerlerde sürükledi diyerek yutturmaya çalışıyorlar. Nerden ve nasıl toplandıkları bile meçhul olan 100-150 kişinin seyrettiği bir heykel devirme sahnesi döne döne gösteriliyor. Kaldı ki, yaklaşık 5 milyonluk bir kentte bir kaç yüz değil, bir kaç bin kişi katılsa bile, halkın tavrı olmayacaktır bu. Ama emperyalistlerin ve uşaklarının elinde başkaca bir propaganda malzemesi yoktur.
Irak halkının, Ortadoğu halklarının ve dünyanın ilerici-devrimci kamuoyunun önünde ise, emperyalizmin insanlıkdışı katliamlarına karşı dayanışmayı ve mücadeleyi yükseltmek için büyük bir kahramanlıkla sergilenen direnişlerin örnekleri durmaktadır.
Irak savaşı ve direnişinden Ortadoğu ve dünya halklarının, işçi ve emekçi kitlelerinin çıkarması gereken iki büyük ders bulunuyor: Emperyalizmin gücü ve şiddeti karşısında, onun uzantısı konumundaki çürümüş iktidarların hiçbir direnme şansı ve niyeti bulunmamaktadır. Emperyalist saldırganlığı ve savaşı dizginleyebilecek tek güç işçi sınıfı ve emekçi halkların haklı ve meşru direnişleridir. Ve bugün, çürümüş diktatörük tarafından kaderine terkedilmiş olan Irak halkının dünya halklarının desteğine olan ihtiyacı çok daha büyüktür. Emperyalist savaşa ve saldırganlığa karşı mücadele görevlerine bu bakış ve sorumlulukla daha fazla sarılmak gerekmektedir.