Bağdatta yenilen ve yıkılan çürümüş Baas rejimidir...
İşgal ordularını Irakta ve Ortadoğuda
intifada bekliyor!
Emperyalist işgal güçlerinin Bağdata girmesiyle birlikte Saddam Hüseyin rejimi çökmüş bulunuyor. Bağdatın bazı kenar mahallelerinde ve ülkenin diğer kentlerinde sürmekte olan çatışmaların sonucu değiştirecek ölçekte olmadıkları açıktır. Böylece savaşın ilk aşaması çürümüş Baas rejiminin çöküşü ile birlikte kapanmış durumda. Saddam iktidarının karargahı Bağdat Irakın diğer kentlerinin 20 Marttan bu yana sergiledikleri direnişin bir benzerini gösteremedi. ABDnin zırhlı birlikleri kente girdiler, belli başlı iktidar binalarını ele geçirdiler.
Irak rejiminin işgal orduları karşısında ciddi ve uzun süreli askeri bir direniş gösteremeden çökmüş olmasının şaşırtıcı bir yanı yoktur. Şaşırtıcı olan tek yan Bağdatın direnmemesi, direnişin son derece zayıf ve kısa ömürlü kalmasıdır. Ama bu konuda henüz ciddi bir şey söylenmiş değil. Çöküşün nedenleri ve faturası basit açıklamalarla devrik rejimin hanesine yazılarak, konu şimdilik geçiştirilmeye çalışılmaktadır.
Oysa baştan beri çatışmaların esas kaderini belirleyecek olan yerin Bağdat olacağı bekleniyordu. Bu beklentinin esas dayanağını Saddamın yeni bir Stalingrad muharebesi türünden temelsiz savaş açıklamaları oluşturmadı. İşgal güçleri baştan kendilerini ve kamuoyunu Bağdat sokaklarında büyük kayıplar vermeye hazırladılar. Kayıp verme korkusu, her ne kadar kent girişinde kimyasal silahların kullanılması ihtimali ile yer yer abartıldıysa da, özünde gerçek bir endişeyi yansıtıyordu.
Ayrıca, Pentagonun ağzı ile konuşmayan askeri uzmanlar ve savaş stratejistleri bile savaş hakkındaki yorumlarının merkezine Bağdat direnişini koymuşlardı. Ülkenin güneyindeki kentlere ve özellikle de Basraya işgal güçlerinin girmekte karşılaştıkları güçlükler böyle bir beklentiye ayrıca kuvvet kazandırdı. Ancak gelişmeler bu öngörüleri doğrulamadı. Sonuçta Bağdat tahmin edilenden çok erken ve çok kolay çöktü. Baas rejimi bir direniş sergilemedi, ABD birlikleri kayıp vermeden Bağdata girdiler.
Temiz savaş yalanına dayalı propaganda
Gelişmeler konusunda medyanın döne döne tekrarladığı Pentagon kökenli haberler ve onun sahnelediği görüntü kareleri isabetli bir değerlendirme yapılmasını zorlaştırıyor. Pentagon ve dolayısıyla medya 1991de kullanılan terminolojiyi bu kez kullanmasa da sonuçta bir değişiklik yok. Tam tersine çok daha sinsi bir yöntemle kitlelere temiz savaş propagandası yapılmaktadır.
Oysa bu ülke 20 Marttan bu yana bir ateş yağmuru altında. ABD Genelkurmay Başkanlığı 800e yakın Tomahawks füzesi ve 18 bin civarında lazer güdümlü bombanın atıldığını açıkladı. Bu rakamlar günde yüzlerce sorti yapan savaş uçaklarının yağdırdıkları bomba sayısını, top ve tankların tükettiği cephaneyi içermemektedir. Bu bombalar çöle değil, kent merkezlerine, yerleşim birimlerine, çocukların top oynadıkları sahalara, hatta gazetecilerin bulunduğu otele atıldı. Bu demektir ki, işgal güçleri Irakı baştan başa bir kan gölüne dönüştürdüler. Çatışmalara taraf askeri kaynakların bu konuda bilgi vermek istememeleri savaşın kurallarından birisi. Ama objektif haber verdiğini söyleyen medya bir yandan kullanılan bomba sayısının envanterini yaparken, öte yandan da yaşanan kayıpları bir ölü, eş ölü, on yaralı gibi rakamlara indirgeyerek sonuçta savaşın temiz olduğunu kanıtlamaya, vahşetin boyutunu kitlelerden gizleye çalıştı.
Saddam Hüseyin rejiminin bu kadar erken ve kolay çökmesi bir utanç belgesi olacak ve muhtemelen onun en son icraatı olarak tarihe geçecektir. 1991de Irak ve Kuveyt beş hafta boyunca havadan bombalanmış ve ardından karaya asker çıkartılmıştı. 1999da NATO bayrağı altında ABD güçleri Sırbistanı 11 hafta boyunca gece-gündüz havadan bombalamış ve ardından Kosovayı işgal etmişlerdir. Bu kez Saddam Hüseyin rejimi Talibanlar kadar dayanabildi ve üç hafta sonunda çöktü. Bu hızlı çözülmenin somut bir açıklaması olmalı. Çünkü savaşta deneyimli Irak rejiminin direnme iradesinden mahrum olduğunu iddia etmek çok zor. Üstelik Irak halkı başına musallat olan Saddam Hüseyin rejimini günlerinin sayılı olduğu bir dönemde bile ortada bırakmadı, işgal ordularının işini kolaylaştırıcı bir tavır göstermedi. Süreklilik azanmış emperyalist saldırılar ülke halkının kendisini ezen bir diktatörlük etrafında kenetlenmesine yol açtı.
Yalan ve uydurmalara dayalı savaş gerekçeleri
ABD birliklerinin Bağdata kolaylıkla girmeleri konusunda henüz ciddi bir açıklama yapılmış değil. Dahası bu konu sorgulanmıyor bile. Nasıl oluyor da basit bir savunma gücüne sahip Şii kenti Basra üç hafta direniyor da sıra Bağdata gelince direniş üç gün bile sürmüyor? Burada en güçlü görünen varsayım, ABD ordusunun yapmış olduğu katliamın çapıdır. Önümüzdeki dönemde, belki de çok geçmeden, bu teslimiyetin sırrı çözülecektir. Büyük bir olasılıkla üç hafta süren yoğun bombardıman sonucunda Bağdat civarında ve kentte mevzilendirilmiş Irak birliklerinin toptan imha edilmesidir. Sarayların tahrip edilmesinin günler boyunca döne döne televizyon ekranlarında gösterilmesine karşın görüntülerde Irak birliklerinin ne ölüsüne ne de dirisine rastlanlmıştır. Muhtemelen toplu bir katliam ve tahrip sonucunda ABD zırhlıları herhangi bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla Bağdat sokaklarına girebilmişlerdir.
Öte yandan, Saddam Hüseyin rejiminin çöküş biçimi aynı zamanda ABD için bir skandal teşkil ediyor, yalan ve uydurmalara dayalı savaş gerekçelerini tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Onun içindir ki Pentagon zafer çığlıkları atmamaya dikkat eden bir tavır takındı. 1991de Irak ordusunun, gerek sayısal açıdan gerekse de askeri donanım bakımından dünyanın 4. ordusu olduğu iddia edilmişti. Tüm saldırı planları, koalisyonu ve seferberliği bu yalan üzerine inşa edilmişti. Bu iddianın kaba bir uydurmadan ibaret olduğu çatışmaların ilk günlerinde anlaşılmıştı. Bu kez tüm dikkatler rejimin Bağdat civarında mevzilendirdiği Cumhuriyet Muhafızları üzerine yoğunlaştırıldı. Sayıları 60 bin civarında olduğu tahmin edilen Cumhuriyet Muhafızlarının rejimin en güvenilir savunucuları, en eğitimli elemanlarıve en iyi askeri donanıma sahip güçleri oldukları döne döne öne sürüldü.
Buna karşılık, ülkenin Bağdat dışında mevzilendirilmiş birliklerinin rejim açısından tali değerde oldukları ve işgal güçleri için de ciddi bir engel teşkil edemeyecekleri iddia edildi. Çatışmaların seyri ve yoğunluğu Pentagonun bu tespitlerinin yalan ve abartma olduğunu ortaya çıkardı. Direnme kapasitesi ve olanakları en çok abartılan rejimin milis kuvvetleri, Cumhuriyet Muhafızları, en az direnen ve en erken dağılan birimler oldular. Fakat, tali bir değer biçilen Güney kentlerinin savunması daha çetin ve daha uzun ömürlü oldu. Örneğin, düşmesinin en kolay olacağı sanılan Basranın İngiliz birliklerince tamamının henüz ele geçirilemediği anlaşılıyor. İki haftada bir kilometrelik mesafeyi zar zor alabildiler.
Savaşın borazanlığını yapan medya aylar boyunca ABDnin Iraka saldırı gerekçelerini haklı göstermeye çalıştı. Irakın dünya barışını tehlikeye düşürdüğünü, neredeyse doğrudan ABDyi tehdit edebilecek askeri kapasitede olduğunu savundu. Ancak, hevesi birçok alanda kursağında kalmış durumda. Saldırının en temel gerekçesi olarak gösterilen kimyasal silah depolarına rastlanılmadı. Buradan doğan eksikliği telafi edebilecek, tali konuma düşürebilecek bir gelişme de yaşanmadı; Irak halkı ellerinde Amerikan bayrakları ile sokaklara dökülüp işgal kuvvetlerini selamlamadı. Böyle olunca, medya, saldırının başlatıldığı 20 Mart tarihinden bu yana Pentagonun önüne koyduğu görüntüleri ve savaş bildirilerini yorumlamakla yetindi. Bağdatın düşmesi ile birlikte ise Saddam Hüseyinin heykellrinin görüntülerini göstermekle avunuyor. Her yerde ve her zaman kolaylıkla bulunabilecek bir avuç insan devrik heykeller etrafında görüntülenerek, Irak halkının kurtuluşunu kutladığı kanıtlanmaya çalışılıyor.
Sonu ilan edilen savaşın kendisi değil,
Saddam Hüseyin rejimidir!
Bağdatın düşmesi ile birlikte sonu ilan edilen savaşın kendisi değil, Saddam Hüseyin rejimidir. Direnme iradesinden bağımsız olarak, Baas rejiminin dünyanın en güçlü ve en donanımlı ABD ordusu karşısında dayanabilme şansı yoktu. On yıl süren Irak-İran savaşı sırasında oldukça yıpranmış, 1991 savaşında çok daha ağır darbeler almış, en temel alanlarda tahrip edilmişti. Ardından BM Silahsızlandırma Komisyonu tarafından silahsızlandırılmıştı. Bu arada eşine az rastlanılır katılıkta bir ambargo yüzünden en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma düşürülmüştü. Dolayısıyla Irakı askeri olarak ezmek bir zafer sayılmaz. Saddam Hüseyin rejiminin çökmesi sadece savaşın en kolay sayfasının kapanması ve en zor olanının açılması anlamına geliyor.
Bu dönemin bir başka boyutu Irak ve Ortadoğudur. ABD emperyalizmi Iraka çok somut amaçlar ve ivedi çıkarlar uğruna girdi. Dolayısıyla, Panama veya Somalide yaptıkları gibi tahrip ettikten sonra kaçıp gitme planını uygulayamazlar. Afganistanda yapıldığı gibi kukla bir hükümet atayarak gelişmelerin seyrini Beyaz Saraydan yönlendiremezler. ABD birlikleri Irakta uzun vadeli kalmak ve yaptıkları çok yönlü tahribatın sonuçlarına katlanmak zorundalar. ABD yöneticilerinin bugüne kadar yapmış olduğu açıklamalar böyle bir sürecin göze alındığını gösteriyor.
Ama bu uzun vadeli bir plan genelde saldırı öncesinin varsayımları üzerine inşa edilmişti. Bu varsayımların en önemlisi Irak halkından beklenen tavırdı. Saddam Hüseyin rejiminin onyıllardır hırpaladığı, ezdiği, katlettiği Irak halkının ABD ordusuna kucak açacağı, ona kurtarıcı gözü ile bakacağı düşünülüyordu. En çok umut bağlanan ise Şiilerdi. Bu hesap tutmadığı gibi tam tersi bir durum ortaya çıktı. Irak nüfusunun yüzde 60ını temsil eden Şiiler işgal kuvvetlerine kucak açmadılar, Saddam Hüseyin rejimine karşı ayaklanmadılar ve üstelik ABD birliklerinin ülkeyi derhal terketmesini istiyorlar. Onun için işgal ordularını yalnız Irakta değil Ortadoğuda bir intifada bekliyor.
Emperyalist güçler arasında yeni bir
saflaşmayı ve kutuplaşma dönemi
Sorunun diğer bir boyutu ise uluslararası plandadır. Rumsfeld, Bağdatın düştüğünü duyurduğu saatlerde yaptığı değerlendirmede, Saddam Hüseyin rejiminin çöküşünün Berlin duvarının yıkılmasıyla eşdeğer bir anlamı olduğunu iddia etti. Bu tanımlama daha önce ABD yetkilileri tarafından yapılmış değerlendirmelerle, Irak rejiminin yıkılmasına yüklenen misyonla uyum içindedir.
Sorun sadece Irak petrolünün paylaşılması, Rus, Fransız ve Çin petrol şirketlerinin Bağdattan kovulmaları ile sınırlı değildir. ABDnin dayatmış olduğu seçenek emperyalist güçler arasında yeni bir saflaşmayı ve kutuplaşmayı gündeme getirmektedir. Uluslararası arenada yaşanan krizin boyutları, Irakı yeniden inşa ihaleleri, Bağdatta işbaşına getirilecek olan yönetimi atama usulü, bunda BMin rolü türünden konularla gizlenmeye çalışılıyor. Oysa, bugüne kadar kendisini dünya jandarması ilan eden ve bunun gereklerini yerine getirmeye çalışan ABD emperyalizmi bundan sonra kendisine yeni bir misyon belirlemeye çalışıyor. Emperyalist güçler arası çelişki ve sürtüşmeler bir dönem Irak sorunu üzerinden kendini ifade etmeye devam etse bile, çok geçmeden değişik alanlara sıçramak ve farklı boyutlar kazanmk durumundadır.
|