İşgalden sonra Irak halkının güçlenen direnişi ABD emperyalizmini günden güne sıkıştırıyor. Direnişin üstesinden gelemeyen Bush yönetimi 70 ülkeden asker talebinde bulundu. Beklediği desteği bulamayan işgalciler, Irak halkı üzerindeki baskı, terör, katliam vb. uygulamaları yaygınlaştırarak sistematik hale getirdiler. Ancak direnişin yayılması, tabutların peş peşe ABDye gitmesi engellenemiyor. Iraka saldırı için uydurulan yalanların tek tek açığa çıkması, savaş kundakçılarını iç cephede de çıkmaza sürüklüyor.
Hem içten, hem de dıştan gelen basınç karşısında haydutbaşı Bushla savaş çetesinin seçtiği yol, saldırı/savaş konseptini azgın bir şekilde uygulamaya devam etmek oluyor. Bu saldırgan histerinin hedefindeki, bir başka ifadeyle topun ağzındaki ülke İrandır. Bir değişiklik olmazsa İrandan sonra sırada Suriye, Kuzey Kore ve bazı Afrika ülkeleri var. İrana yönelik tehdit furyası bugünlerde yeniden hız kazandı. Basına yaptığı açıklamada bilinen saldırgan üslubuyla konuşan Bush, İranla Suriyeyi tekrar hedef gösterdi. Her iki ülkenin terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptığını iddia eden, bunun kabul edilemez olduğunu vurgulayan Bush, teröre destek veren ülkelerin bunun sonucuna katlanamaya hazır olmaları gerektiğini söyleyerek iki ülkeye saldırı sinyali verdi.
Nükleer silah üretmekle itham edilen İran rejimi, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) denetçilerine kapılarını açtı. Ajansın yapılan incelemelerin ayrıntılı raporunu 8 Eylülde açıklaması bekleniyor. Buna rağmen adının açıklanmasını istemeyen bir diplomat, İrandan alınan çevre örneklerinde zenginleştirilmiş uranyuma rastlandığını ve zenginleştirilme oranının nükleer silah yapmaya yetecek seviyede olduğunu iddia etti. Tahran yönetimi iddiaları yalanlayarak, söz konusu haberlerin şüpheli ve muğlak olduğunu vurguladı.
İranı sıkıştıranlar kervanına bu kez AB ülkeleri de katıldı. Avrupa Birliğine üye ülkelerin dışişleri bakanları nükleer programı nedeniyle İranı uyardı. Tahran yönetimiyle ilişkilerin Eylül ayında gözden geçirileceğini açıklayan dışişleri bakanları, İranla ilişkilerin insan hakları, terörizm, nükleer silahların yayılması ve Ortadoğu barış sürecindeki tutumuna bağlı olduğunu ifade ettiler. Oysa şimdiye kadar İrana karşı böyle sert üslup kullanmayan Avrupalı emperyalistler, ABD emperyalizminin bu ülkeye uyguladığı ambargoyu fırsat bilerek ilişkilerini güçlendirmişlerdi.
Bu arada İranı her zaman hedef gösteren siyonist İsrail devleti de bu korodaki yerini aldı. İsrail dışişleri bakanı Silvan Şalom, Brükselde AB yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde, İranın faaliyete geçirmeye hazırlandığı nükleer programının yalnızca İsrail için değil, hem bölge ülkeleri, hem de tüm dünya için ciddi bir tehdit haline geldiğini iddia etti. Kuşkusuz ki bu sözleri sarf etme hakkı olabilecek son kişi bu siyonist bakandır. Zira nükleer, kimyasal ve atom silahlarıyla donatılan İsrail, hiçbir uluslararası anlaşmaya uymazken, herhangi bir silah denetimine de izin vermiyor. Bu durumu tüm dünya bildiği halde ABD emperyalizminin himayesi altında bulunan bu terörist devletten, kimse sahip olduğu kitle imha silahlarının hesabını sormuyor. AB ülkelerinin aynı günlerde İranı sıkıştırıp, siyonist bakanı ağırlaması ise, tam bir ikiy¨zlülük örneğidir. Çünkü insan haklarını en çok çiğneyen, Filistin halkına karşı sistematik devlet terörü uygulayan, Ortadoğu barışını sabote eden ve nihayet gerçek bir kitle imha silahı deposu olan bizzat İsrailin kendisidir.
Emperyalist güçler tarafından kuşatmaya alınan İran rejimi, bir yandan kendisine yöneltilen suçlamaları reddediyor, öte yandan geliştirdiği Şahap-3 balistik füzelerinin başarıyla test edildiğini törenle dünyaya duyuruyor. Füzelerin menzili 1300 km. Füzelerin Devrim Muhafızları ordusuna teslimi sırasında konuşan dini lider Ayetullah Ali Hamaney, Halkımız ve ordumuz nerede olursa olsun, düşmanla cesaretle mücadele edecek güçtedir. Bu kutsal güç bütün tehditlere karşı koymuştur ifadelerini kullanarak, bir bakıma İranı tehdit edenlere boyun eğmeyecekleri mesajını verdi.
Bu arada söz konusu dış tehditleri kullanan gerici molla rejimi, içerideki toplumsal muhalefeti şiddet politikasıyla ezmeye çalışıyor. Yine aynı gerekçeyle, rejime karşı mücadele edenleri dış düşmanın maşaları, emperyalistlerin işbirlikçileri diye damgalayıp tecrit etmek için çaba harcıyor. Basına karşı da aynı tavrı takınan mollalar, sürekli gazeteleri yasaklayıp, gazetecileri tutukluyor.
Bu koşullarda İranlı emekçiler iki gerici güç arasında kalmış durumda. ABD emperyalizmi İranda kukla bir rejim kurarak tüm bölgeyi denetim altına almak için kirli planlar yaparken, mollalar da İranlı işçi-emekçilerin, gençliğin, aydınların ve ezilen halkların demokratik/sosyal taleplerini bastırarak iktidarını tahkim etmeye bakıyor. İranlı emekçilerin bu gerici ablukayı parçalaması, her iki gerici odağa karşı yükselteceği mücadele ile mümkün olacaktır.