emperyalizmle ilişkilerin içyüzü A. Aydın Foggun elektronik postalarının yayınlanması üzerine AB derhal harekete geçerek Türk devletini uyardı. Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Romano Prodi Başbakan Eceviti arayarak, AB Türkiye Temsilcisi Karen Foggun elektronik postalarının deşifre edilerek basına yansıtılmasından duydukları rahatsızlığı iletti. Avrupa Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen ise, ABnin Türkiye temsilcisi Karen Foggun e-postalarının deşifre edilmesine ilişkin olarak Komisyonun sözlü notasını Türkiyeye iletti. AB Türkiye temsilcisi Foggun deşifre edilerek yayınlanan elektronik postalarının içeriği, özetle, Türkiyenin içişlerine müdahaledir. Tam da bu nedenle, ne yeni, ne gizli ve ne de garipsenecek bir durumdur. ABye üyelik hayati bir sorunmuş gibi öne çıkarıldığından bu yana, AB, her gün Türkiyenin düzeni üzerine görüş, eleştiri, uyarı yayınlamakta; Türk hükümeti de işini gücünü bırakmış, bu uyarılara uygun adım atmak için uğraşmaktadır. Bir yandan hükümet böyle canhıraş bir uğraşı içindeyken, diğer yandan da ABnin uyarıları koalisyon partileri arasında süregiden bir sahte tartışma/sürtüşme konusu ediliyor. Ancak Foggun e-posta skandalı karşısındaki tutumlarının da gösterdiği gibi, ne hükümet partilerinde ve ne de devletin diğer temel kurumlarında empealist müdahale karşısında diklenecek en küçük bir ulusal onur yoktur. Bu baylar nezdinde ayıp ve suç olan Foggun faaliyetleri değil, bunların açığa çıkarılmasıdır. Bu nedenle Ecevit ABden özür dilemiş, e-postaları yayımlayan Aydınlıka da suçunun cezası olarak toplatma kararı çıkarılmıştır. Aydınlıkın emperyalizm karşıtlığı sahtecilikten öte yanıltıcıdır Bu böyle olduğu halde, Aydınlık başta olmak üzere kimi çevrelerin yeni, hiç duyulmamış ve ilginç bir sorunu açığa çıkarmış havası yaratmaya çalışmaları gariptir. İşin daha da garip olan tarafı, Türkiyenin emperyalizmle kölelik ilişkileri sanki AB ile başlayacak ve ilişki kesilirse bitecek gibi davranılmasıdır. Oysa Türkiye çoktan (ABden çok önce) ABD emperyalizmine göbekten bağlanmış durumdadır. Müdahale ne kelime, iktidardaki Amerikan uşakları sayesinde ülke resmen Beyaz Saraydan yönetilir hale getirilmiştir. Aydınlık açısından daha garip olanı, uşaklık payesini Cem vb. ile sınırlamaya, Türk devletini ise bir bütün olarak aklamaya çalışmasıdır. Aydınlık bunu sadece AB konusunda değil, özellikle ve sürekli biçimde ABD ile ilişkiler konusunda yapagelmektedir. Bu yüzden de Aydınlıkın ABD (emperyalizm) karşlığı sahteciliğin ötesinde, emperyalizm ve bağımsızlık konularında yanıltıcı bir özellik taşımaktadır. Karen Fogg meselesinde de Aydınlık, ABden para yardımı alan sendikaları teşhir etmede Türk-İşi alet ediyor. ABnin para desteğini reddetmiş diye göklere çıkardığı Türk-İşin neredeyse kurulduğundan bu yana CİA burslarından beslendiğini ise görmezlikten/bilmezlikten geliyor, ya da görülmediğini/bilinmediğini farzediyor. Hem emperyalizmle kölelik ilişkilerine boğazına kadar batmış bir iktidarı savunmak, hem de anti-emperyalist geçinmeye çalışmak, görüleceği gibi hiç kolay değil. Aydınlık altına girdiği bu zor işte, MHPye fazlasıyla benzeşmeye başladı. Bilindiği gibi bu çok milliyetçi hükümet ortağı, bir yandan İMF ile ABD ile kölelik anlaşmalarına kayıtsız koşulsuz imza atarken, diğer yandan ABnin müdahalelerine direniş gösterilerine girişmekte. Hem MHP ve hem de Aydınlıkın düştüğü bu traji-komik durum, emperyalizm karşıtlığının şovenlikle, milliyetçilikle mümkün olmadığını, olamayacağını göstermesi bakımından dikkate değerdir. Emperyalizmle kölelik ilişkilerinin mimarı ulusun siyasi temsilcisi burjuvazi olduğuna göre, kölelik ilişkilerine son vermek de burjuvazinin karşıtı/alternatifi bir sınıfa, işçi sınıfına düşmektedir. Nitekim bu ülkede, İMF ile, ABD ile ve AB ile kölelik ilişkilerine karşı elle tutulur tek tepki işçi sınıfı ve emekçilerden gelmektedir. Yıllardır her işçi ve emekçi eyleminin ana gündemini İMF saldırıları, dolayısıyla emperyalist kölelik oluşturmuştur. Yoksa, Aydınlıkın hayalini yaymaya çalıştığı gibi, ne ordu, ne sözde ulusal burjuvazi ve ne de başka bir kesim kölelik ilişkilerine bir itirazda bulunmuş değildir. Tam tersine, Türkiyenin savunmasını Pentagona havale eden ordu, İMF programlarına en güçlü desteği veren de burjuvazidir. Karen Foggu defetmek iş değil. Türk devleti ABye girme serüvenini sürdürdüğü müddetçe temsilcinin biri gider, diğeri gelir. Sen başını eğdiğin sürece mutlaka bir bastıran bulunacaktır. İş emperyalizmle kölelik ilişkilerine kökten son vermektir. Bunu başaracak olansa işçi sınıfının devrimci iktidar mücadelesinin zaferle taçlanmasıdır.
Petrol Ofisi bir kez daha yağma sofrasında... Özelleştirme yağmasına karşı mücadeleye! Yıllardır işçi ve emekçilere KİTlerin halkın malı olduğu yalanı söylendi. Birbiri ardına özelleştirilen kamu kuruluşlarından biri de POAŞ. %49luk hissesinin satılmasıyla POAŞın büyük sermeye gruplarına, yani yerli ve yabancı tekellere peşkeş çekilmesi tamamlanacak. POAŞ özelleştirmesi petrol ürünleri üretim ve dağıtım sektöründeki yeni düzenlemelerin bir parçası. Konuyla ilgili yeni bir yasanın hazırlıkları sürüyor. Bu yasayla birlikte Türkiyede petrol dağıtımını üstlenen kamu kuruluşu POAŞ, petrol arama faaliyetlerini sürdüren MTA ve Türkiye Petrol Rafineleri Anonim Şirketi (TÜPRAŞ) hisse satışı yoluyla özelleştirilecek. POAŞın %49luk hissesinin satışı için ön teklifler alınmaya başlandı. POAŞ 1941 yılında kuruldu. İkinci emperyalist paylaşım savaşı döneminde Türkiyede faaliyet yürüten petrol tekellerinin hakimiyeti kırılarak, petrol ürünlerinin depolanması ve tek elden dağıtılması için oluşturuldu. POAŞ kurulduğu günden beri bünyesinde, Milli Savunma Bakanlığı ile NATO tesisleri (ANT) için oluşturulan birimler bulunduruyor. 1941 yılından beri sürekli büyüyen POAŞ bünyesinde 20 depolama tesisi, 20 hava ikmal ünitesi, 3 adet havaalanı petrol temini birimi, 2 adet madeni yağ harmanlama fabrikası, 5486 adet dağıtım bayii, 46 akaryakıt istasyonu bulunuyor. POAŞta toplam çalışan sayısı ise 6165 kişi. Bunların 2796sı sözleşmeli, 3369u kadrolu. Yine POAŞa bağlı ANT tesislerinde 976 sözleşmeli personel, 1015 kadrolu işçi vardır. ANTa bağlı 3 km petrol boru hattının çoğunluğu MSB (Milli Savunma Bakanlığı) ve NATOya aittir. Kurumun mülkiyetinde binden fazla bina, 57 ayrı yerde yüzbinlerce dönüm arazi, tesisler ve hava ikmal üniteleri vardır. Bu varlıkların toplam değeri 2000 yılı itibarıyla 4 milyar doların üzerindedir. Tekellerin iştahını kabartan POAŞın özelleştirilmesiyle ilgili ilk adım 1990 yılında atıldı ve kurum Özelleştirme İdare Başkanlığına bağlandı. Temmuz 1998de %51lik hissesi İş Bankası, Bayındır Holding, Park Holding, PÜAŞ ortak girişim grubuna, 1 milyar 160 milyon dolara satıldı. Gruplar satış sözleşmelerine uymayınca satış kararı geri alındı. İş Bankası ve Doğan Holding Grubu, Mart 2000 tarihinde en yüksek ihale bedeli 1 milyar 260 milyon dolar teklifle %51lik hisseye sahip oldu. Satıldığı tarihte kurumun borsadaki değeri 8 milyar dolara yükselmişti. Yani %51lik hissesinin değeri 4 milyar doların üstündeydi. Çevrilen dolaplar sonunda 1 milyar 260 milyon dolara satılmış oldu. Fiyat konusundaki bir başka çarpıcı gerçek daha vardır.. POAŞın % 51lik hissesinin satış bedeli bir yıllık net kârının bile altındadır. Satış fiyatı 1 milyar 260 milyon dolar olan kurun 1999 kârı 3.2 milyar dolardır. Özelleştirilmesi gündeme geldikten sonra POAŞın Türkiyede pazar payı bilinçli bir biçimde sürekli daraltılarak, %65ten %44e düşürülmüştür. Dünyada özelleştirmelere karşı işçi ve emekçiler giderek daha yaygın bir hareketlenme içindedir. Bu eylemlerde sendikaların önemli bir rol aldıkları görülmektedir. Oysa Türkiyede sendikalar bundan kaçınmaktadırlar. Son günlerde Güney Korede özelleştirme saldırısına karşı 150 bin kamu işçisi genel grev başlatmıştır. Türkiyede de mücadele yolu tutulmalıdır. KİTlerde çalışan işçiler, sendika bürokratlarının barikatını aşarak, satış ve yağmaya karşı karşı mücadeleyi örgütlemek zorundadır. Sermaye devletinin saldırılarını püskürtmenin başka bir yolu yoktur. Komünist bir işçi/İstanbul |
|||||