Yunanlı ozan Kavafis, Barbarları beklerken şiirinde, barbarları bekleyen kent halkının bir gün barbarların olmadığı ve asla gelmeyeceği gerçeğiyle yüzleşmesi sonucu uğradığı hayal kırıklığını anlatır. Her an bir barbar saldırısı için yıllarca teyakkuzda tutulan halkın ağzından bu çarpıcı çelişkiyi şöyle ifade eder: Barbarlar olmazsa ne yaparız biz, nasıl yaşarız? Aslında olmayan fakat varlığına inandırılan barbarlar, kentin efendilerinin egemenliklerini sürdürmelerinin bir aracıdır. Bir bakıma olası bir barbar saldırısının yol açtığı korku, kendi meşruiyetlerinin, kent halkı üzerindeki egemenliklerinin de bir dayanağıdır. Tıpkı emperyalist haydutların yeni dönem saldırılarında kullandıkları terör ve terörizm demagojisi gibi. Düne kadar emperyalist saldırılar demokrasi ve insan haklarını koruma adına yapılır, sonuçta demokratik hak ve özgürlükler, insan hakları bu ikiyüzlü iddiayla ayaklar altına alınırdı. Şimdi ise terörle mücadele yalanına sarılarak dünya emekçi halklarına karşı terör estiriliyor. Kuşkusuz, şiirdeki kurgusal ifadenin aksine barbarlık yeryüzünden hiç eksik olmadı. İlkel dönem barbarlığına rahmet okutan yeni barbarlığın temsilcileri, çeşitli kılıklar altında kitlesel katliamlara, işgallere giriştiler. Din adına seferler düzenleyip, talan üstüne talan, kıyım üstüne kıyım yaptılar. Bir gecede binlerce kadını şeytan ilan edip ateşlerde yaktılar. En bağnaz biçimlerden en modernine kadar çeşitli kılıklarda insanlığı felaketlere, yıkımlara sürüklediler. Çeşitli gerekçelerle egemen sınıflar barbarlıklarını hep sürdürdüler. Ve bu barbarlığın son temsilcisi kapitalist sınıf, iki emperyalist savaşla, sayısız yerel ve etnik savaşla, darbeler ve kontra faaliyetleriyle dünyada kan dökmedik tek karış toprak bırakmadı. Baş düşman ilan edilen SSCBnin çöküşüyle başlayan yeni süreçte, artık savaşlara, çılgınca silahlanmaya vb. gerek kalmayacağı, kapitalizmin refah ve barış içinde gelişeceği ilan edildi. Oysa gerçekler, dizginlerinden boşalmış barbarlığın, yeni gerekçelerle fakat bildik yüzüyle kol gezdiğini gösteriyor. Kapitalizm savaş demektir ve emperyalizm, uygar kılıklara bürünmüş barbar kapitalizmin en saldırgan ve çürüyen gerçekliğidir. Bunun için ya barbarlık ya sosyalizm!, kapitalist dünya sistemi gerçekliğinin en çarpıcı ifadesi olarak önümüzde duruyor. Terörün, faşizmin ve gericiliğin kaynağı barbar kapitalist düzendir ABD emperyalizmi 11 Eylül
saldırılarının ardından yıllar sürecek bir savaş ilan etti. Savaşın
adını terörizmle mücadele koydu. Silahlanma bütçesi devasa
ölçüde artırıldı. Gerekçesi, güvenliğinin tehdit altında olması.
Gerçekte böyle bir tehditin varolup olmadığı önemli değil. Önemli olan
kendi halkının ve dünya kamuoyunun buna inandırılması, saldırganlığa
mazeret ve meşruluk zemini yaratılması. Teröristler, bir başka deyişle
düşmanlar, ABD topraklarından binlerce kilometre uzaklıktaki topraklardalar.
Üstelik bu yeni terörist düşmanların bir kısmı bir süre
önce ABDnin dostları, uşaklarıydı. İlk hedef Afganistanı
diğerleri izleyecek. (Kore, Irak, Yemen vb). Yani, ABDnin egemenlik
kurmak istediği, zengin yeraltı kaynaklarının bulunduğu ve stratejik
önemi olan her yerde terörstler ve terörist
faaliyetler var. Buralara olağanüstü askeri yığınak yapıyor. Kendi elinde
dünyayı onlarca kez yerle bir edecek binlerce nükleer ve kimyasal silah
varken ve bu sorun değilken, üstelik yüzbinlerce insanın katledilmesiyle
sonuçlanan nükleer silah kullanma suçunu işleyen tek ülke durumundayken,
Irakın silahlanmasını ve sahip olduğu silahları savaş gerekçesi
yapıyor. Düşman ilan ettiği ülkelere karşı nükleer silahları
kullanma tehditleri savuruyor. Öte yandan Amerikada safkan Amerikan olmayan göçmenler ve yabancılar da potansiyel terörist ve düşman. Ülkedeki bütün yabancılar izleniyor, gözleniyor, soruşturmalardan geçiriliyor. Irkçılığın Amerikancası olan White-Anglosakson-Protestan (WAP) anlayışı bir kez daha önplana çıkarılıyor. Özgürlükler ülkesi ABD, tüm uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak, savaş esirlerine Ortaçağdakinden aşağı kalmayan bir muamele yapıyor. Katı tecrit ve baskı koşullarında tutulan esirler için özel mahkemeler kuruluyor. Avrupada faşizm ve ırkçılık yeniden tırmanışa geçiyor. Yabancı düşmanlığına oynayan Avrupalı faşist partiler giderek güçleniyor. Ülkelerindeki her türlü olumsuzluğun nedenini yabancıların varlığına bağlayan yaygın bir propaganda faaliyeti yürütüyorlar. Açıkça düşman ve en büyük tehlike ilan edilen yabancılar çeşitli saldırılara uğruyorlar. İsrail siyonizmi haftalardır tüm dünyanın gözleri önünde Filistin topraklarında soykırım amaçlı katliamlar gerçekleştiriyor. BM temsilcileri bile kapalı bölge ilan edilen katliamın yapıldığı kentlere sokulmuyor. Katliamların gerekçesi ise aynı; güvenlik, yani terörist saldırılar. İsrail, katliamları ve İsraili kınayanları Yahudi düşmanlığı yapmakla suçluyor. Hindistan ve Pakistan sınırında emperyalistlerin kışkırmasıyla başlayan etnik ve dinsel çatışmalar yeniden tırmanışa geçti. Amerikan ve İngiliz silah tekelleri her iki ülkeye silah satışını artırıyorlar. Venezuelada 48 saat süren darbenin arkasından ABD emperyalizmi çıkıyor. CİAdan onay alan darbeciler başarısızlıklarının cezasını ABD tarafından gözden çıkarılarak ödüyorlar. Başarmış olsalardı, demokrasi savunucuları olarak karşılanacak, kanlı icraatlarına alkış tutulacaktı. Tıpkı Şilide, Arjantinde ve Türkiyede olduğu gibi. Ne sıtmaya ne ölüme razı olmamak için Bunlar son birkaç yılın siyasal gelişmeleri. Hitlerin, Musolininin tesadüfi ve istisnai şahsiyetler olmadığı, faşizm tehlikesinin geride kalmadığı, bu tabloya bakıldığında daha iyi anlaşılıyor. Hortlayan faşizm, dizginlerinden boşalmış gericilik ve emperyalist saldırganlık, halklara ve emeğe düşman çürüyen kapitalizmin ürünüdür. Bu tablonun arkasında küreselleşme adıyla önü iyice açılan kapitalist sömürü politikaları var. Dizginlerinden boşalmış tekelleşme, dünya ölçüsünde mafyalaşan ekonomi, rant ve pazar paylaşımının keskinleştirdiği rekabet; en gerici, saldırgan iktisadi politikaları ve siyasal düzeyde bunu uygulayacak gerici, saldırgan, faşist siyasal temsilcileri ve uygulamaları da beraberinde getiriyor. Emperyalizmin eli kanlı temsilcilerin ve faşizmin lanetlenmesi tabii ki önemli. Ama asla yeterli değil. Yeterli olsaydı, Hitlerin, Musolininin, Frankonun yerlerini Şaronlar, Bushlar almaz; Le Penlerin, Berlusconilerin yıldızı parlamazdı. Faşizm, siyonizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı hortlamazdı. Bu faşist temsilciler kapitalist düzenin bataklığında bizzat sermaye tarafından yetiştirilmekte ve ihtiyaç oldukça emekçilerin, halkların üzerine salınmaktadırlar. Avrupalı emekçilerin faşizmden duyduğu korku ve kaygıların elbette hem tarihsel hem de güncel bir karşılığı var. Aynı şekilde, faşizmi, barbarca saldırıları ortadan kaldırmanın tarihsel deneyimleri de karşımızda duruyor. Tehlikeyi savuşturmak ya da ertelemek çare değil. Faşizmi ezmek, barbarlığa son vermek için bu deneyimlerden çıkan derslere sarılmak gerekiyor. Uygar dünyanın efendileri sebebi oldukları faşist hortlama üzerinden çirkin bir oyun oynuyorlar. Kurdun karşısında çakalı alternatif olarak sunuyorlar. Le Pen gibilerinin karşısına, güya alternatif olarak önerilen Chirac gibi çakalların ve sosyal kılıklı diğerlerinin sicilleri daha az kanlı ve daha az kirli değil. Her iki kesim de kapitalizmin barbarlık düzenini temsil ediyor, sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet ediyorlar. İktidara geldiklerinde sermayenin programını hayata geçiriyorlar. Asla birbirlerinin karşıtı ve alternatifleri değildirler. Dolayısıyla emperyalist efendilerin Şaronlardan, Le Penlerden duyduğu sözde rahatsızlığın elbette gerçek ve ciddi bir karşılığı yok. Çünkü yabancı düşmanlığı, emekçi halklara ve işçi sınıfına düşmanlık bağımsız parti politikaları değil, devlet ve düzen politikasıdır. Onların esa kaygısı, bu faşist gerici temsilcilerine yönelik tepkileri düzen sınırları içinde tutmak, tepkilerin hedefini saptırmaktır. Bu nedenle iki seçeneği de elde tutuyorlar. Sıtmaya razı etmek için sık sık ölümü göstermeyi ihmal etmiyorlar. Faşizmin kitlelerde yarattığı korkuyu canlı tutarak düzenlerini güvenceleme, sistem dışı arayışların önüne set çekme hesabı yapıyorlar. Bunun üzerinden de saldırılarını peşpeşe haata geçiriyorlar. Zamanı geldiğinde kendi elleriyle faşizmi başa geçireceklerinden de kuşku duymamak gerekir. Yeter ki buna ihtiyaç duysunlar. Barbarlığın kol gezdiği, faşizmin ve her türden gericiliğin hortlatıldığı, halkların katliamlardan geçirildiği, sosyal ve siyasal saldırıların birbirini izlediği koşullarda, işçi sınıfının ve emekçi halkların önünde fazla bir seçenecek ve oyalanacak bir zaman yoktur. Ya kapitalist sömürücülerin, emperyalist haydutların karşısına dikilip birleşik ve militan bir mücadele verilecek ya da barbarlık içinde topyekûn çöküşe razı olunacaktır. Kurdun dişlerinden kaçınmak için çakallara razı olmak çare değildir. Kapitalist barbarlar saldırılarını artırdıkça, kuşatmayı yarmak için gerekli olan güç de her geçen gün birikiyor. Yeni ve taze güçler mücadele için seferber oluyorlar. Kapitalist barbarlığa karşı mücadele ve dayanışmayı yükseltmek için, Hergün 1 Mayıs, her yer Filistin! şiarıyla alanlara çıkalım. |
|||||