Iraktan önce Türkiyenin yönetimi değişiyor... ABD hesabına savaşacak ve sosyal yıkımı sürdürecek yeni bir yönetim arayışı Savaş kundakçısı Paul Wolfowitz başkanlığındaki Amerikan heyetinin Türkiyeye gelmesi ve temaslarıyla Iraka müdahale konusu bir kez daha gündemin ön sıralarına yerleşti. Şimdi, kimin kime ne dediği, ne istediği, mehmetçiğin kanının bu kez kaça pazarlanmaya çalışıldığı tartışılıyor. Amerikanın Iraka saldırı konusunda açıktan ifade ettiği tek geçerli gerekçesinin, yönetim değişikliği arzusu olduğu biliniyor. Kitle imha silahları bulundurmak, terörü desteklemek vb. türünden iddialar kimsenin ciddiye almadığı sudan bahaneler. Açık ve bir o kadar katı olan gerçek, ABDnin Irakta da kendi yönetimini görmek istemesidir. Savaşın hedefi Ortadoğudaki emperyalist ABD, Ortadoğunun bu önemli petrol ülkesini de kendi yağmacı denetimine almak, kendisi için bölgede yeni bir üs haline getirmek ve böylece siyonist İsrail için de bir sorun olmaktan çıkarmak istemektedir. Tüm sorun, Irakın bugünkü yönetiminin ABDnin bu arzusunun karşısında durmasıdır. Başka pek çok devlet gibi Irak da Amerikan yönetimine gönüllü rıza gösterse, emperyalist bir saldırı savaşına gerek olmak bir yana ortada ciddi bir sorun kalmayacaktır. ABD, savaşı kendi emperyalist çıkar ve hedefleriyle bağlantılı olarak gündeme getirmektedir. Bu çıkar ve hedefler Ortadoğudaki egemenliğini pekiştirmek, daha da ötesi, Orta Asya üzerinden girişilmiş bulunan yeni hamleleri güçlendirmek amacına bağlanmaktadır. Irakta başarı sağlayacak bir ABD, gündemine bu kez İran ve Suriyeyi alacaktır. Şer üçgeni içinde tanımlanan İranda da yönetim değişikliği hedefi, emperyalist şefler tarafından şimdiden açıkça dillendirilmektedir. Suriye ise adı ilkinin ardından açıklanan ikinci şer üçgeni içinde anılan bir ülkedir. Daha yakından bakıldığında, tüm bu hedeflerin siyonist İsrailin dolaysız çıkarlarıyla da olduğu gibi çakıştığı görülecektir. Ortadoğuyu ateşe verme planlarının gerisindeki n etkin güçlerden birinin Yahudi Lobisi olması, bu lobinin yönetimdeki en etkili adamlarından Paul Wolfowitz gibi savaş kundakçılarının yapılan hazırlıkların ve sürdürülen pazarlıkların başını çekmesi bu açıdan rastlantı değildir. Iraka savaş öncesinde ABDden Bu çerçevede son gelişmeler üzerinden Türkiyeye göz attığımızda, ülke yönetiminin nerede, nasıl ve kimlerin çıkarları doğrultusunda belirlendiğini gayet açık biçimde görmemiz mümkündür. ABD-İMFnin ihtiyaç ve çıkarları gereği, önce hükümetin altı boşaltılarak bir siyasal belirsizlik tablosu yaratılmış, ardından siyasetin bu aynı ihtiyaçları karşılayacak biçimde yeniden belirlenmesine girişilmiştir. Birincisi, yeni hükümetin, hazırlıkları yapılan Irak savaşında Türkiyenin aktif rol almasına elverişli, istekli ve kararlı olması gerekmektedir. İkincisi, İMFnin borçlar üzerine kurulu yıkım programlarını aksatmaksızın uygulamaya devam edecek, bunun için içerdeki muhtemel her türlü çatışmayı göze alacak bir siyasal irade ortaya çıkarılmak istenmektedir. Hükümeti yıkma, yıllardır etkin konumda bulunan ABD memurlarını ve sermaye uşaklarını yeni oluşum adı altında parlatıp piyasaya sürme operasyonu bunun için gerekmiştir. Bu siyasi iradeyi yeniden belirleme operasyonunun kansız-barutsuz gerçekleşmesinin açılaması, Türkiyenin yönetimini zaten çoktan Beyaz Saraya bağlamış olması gerçeğindedir. Bu ülke yıllardır hep Amerikancı hükümetler eliyle yönetilmekte, ülke çıkarları hep emperyalizmin çıkarlarına feda edilmektedir. Bu duruma sistem içinden en küçük bir itiraz duymak mümkün değildir. Tersine, burjuva düzen partileri kuruluşlarında ABDden vize almak (Tayyipli AK Prtinin ilk işi de bu olmuştu!), seçimlerde ise ABDye sadakat ve uşaklık yarışmasına girişmek gibi bir ihanet batağının içindedirler. Tümünün durumu budur. (Yeni seçim döneminde emekçilerden sol adına oy istemeye hazırlanan Baykal CHPsinin Kemal Derviş gibi bir ABD ajanı ve İMF komiserinin peşine düşmesi bu açıdan yeterince açıklayıcıdır. Amaç ABD ve TÜSİADın öncelikli desteğini almaktır) İMFnin geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği son teftişinde olan da budur. Seçime katılacak partilerden programa devam taahhüdü alarak, emperyalizmin bu kuruluşu da Türkiyede siyasetin yeniden belirlenmesi konusunda kendi üstüne düşeni yapmış bulunmaktadır. Ama, yeni bir siyasal irade belirlemek ve siyasal istikrarı yeniden oluşturmak konusunda, Wolfowitzli Amerikan heyetinin yürüttüğü temasların daha etkili ve belirleyici olduğu kesindir. Heyetin görüşmeleri büyük oranda basına kapalı tutuldu. Görüşmelere ilişkin açıklamalarsa, yine büyük oranda Iraka saldırı konusuyla sınırlıydı. Ne var ki, gerek heyetin temas noktaları, gerek ziyaret zamanlaması, gerekse de ABDnin başka ülkelerin yönetimlerini belirleme politikası, konunun Irakla ve savaşla sınırlı tutulamayacağını göstermektedir. ABD heyeti, Türkiyedeki siyasi gücün gerçek sahipleri ve gerçek aktörleriyle görüşmeyi tercih etmiştir. Bunlardan ordu, MGK üzerinden ülke yönetiminde asıl belirleyici olma konumunu 20 yılı aşkın bir zamandır etkin biçimde sürdürmektedir. Amerika tarafından eğitilen, donatılan ve yönlendirilen düzen ordusunun Amerikan heyetiyle yapılan görüşmelerde tutumu, basında söylendiğine göre, eski askeri borçların silinmesinden ve yeni askeri yardım talebinden ibarettir. Heyetin temas noktalarından TÜSİAD ise siyasal iktidar sahibi sınıfın, işbirlikçi tekelci burjuvazinin ana örgütüdür. Çıkarlarını emperyalizmin çıkarlarıyla birebir örtüştürmüş bulunan işbirlikçi sermaye sınıfının sahnedeki sözcüsü olarak, siyasal tablodaki değişiklikler konusunda ABD ile çelişmesi zaten düşünülemez. Nitekim, heyetle görüşmelerin ardından herhangi bir çelişki, bir farklı görüş yansıtılmış değildir. Tam tersine, yeni bir seçim dönemi öncesinde ülkenin yeni dönemde nasıl ve kimlerle yönetileceği sorununun birlikte bir sonuca bağlanmaya çalışıldığı kesindir. Kaldı ki, daha hükümeti düşürmeye yönelik ilk girişimler ve ortaya sürülen yeni oluşumun ilk isimleri, Amerikanın, Iraktan önce ve aynı zamanda Iraka saldırı için Türkiyedeki yönetimi tahkime giriştiğini gösteriyordu. Mevcut hükümet de Amerikancı olmakla birlikte, Iraka yönelik bir saldırının yükünü kaldıramayacak kadar yıprandığı, belli bakımlardan bu yükü taşıyacak bir bileşime sahip olmadığı içindir ki bu operasyona ihtiyaç duyulmuştu. Derviş, ABDden gelmiş, ekonominin başına ABD-İMF adına oturtulmuş bir memur olarak, Amerikancı yeni yönetimin kilit isimlerinin başında geliyor. Dışişleri Bakanı olarak Amerikancılık sınavını büyük başarıyla veren İsmail Cemin durumu ise ABDnin gözünde Dervişten farksızdır. Sermaye medyasının şimdilerde birlikte parlattığı bu yeni ikili0, tescilli ve sadık Amerikan memurlarıdır. İçerde sosyal yıkım dışarda ABD hesabına savaş Türkiyenin yeni Amerikancı yönetimi, İMF-TÜSİAD yıkım programlarını uygulamakta kararlı ve ustalaşmış isimlerden oluşturulmak isteniyor. Okuyanla yürüttüğü söylenen tartışmada Dervişin tutumu ibret vericidir. İnsan yaşamını ve sağlığını ilgilendiren bir konuda, program elvermiyor sözünü rahatlıkla kullanabiliyor. Bu acımasız ve gözü dönmüş kararlılık, son dönemde sınıfa yönelik sayısız saldırının yürütücüsü konumundaki Yaşar Okuyan gibi bir sermaye uşağına bile burada söz konusu olan insan sağlığıdır türünden sözler sarfettirebiliyor. ABD çizgisinde hareket eden İMF-TÜSİAD çetesi, yeni dönemde Türkiyeyi işte böyle adamlarla yönetmek istiyor. ABD memuru ve İMF komiseri konumundaki Dervişler için milyonlarca emekçinin yaşadığı açık ve sefaletin, hastalık ve perişanlığın, işsizlik ve yoksunluğun zerre kadar bir önemi yoktur. Onlar için önemli olan emperyalizmin ve tekelci sermayenin çıkar ve ihtiyaçlarıdır. (Piyasa acımasızlığının bu tavizsiz uygulayıcılarının gündemdeki seçimlerde emekçilerin karşısına sol adına çıkarılmak istenmesindeki pervasızlık ise ayrı bir konudur). Amerikancı yeni yönetimi bekleyen ikinci temel konu, Irak saldırısında Amerikanın kararlı bir müttefiki olduğunu kanıtlamaktır. Kanıt, elbette Irak halkının kırımına katılmak ve çocuklarımızın Irakta kırdırılmasına imkan vermektir. Kanıt, işçi ve emekçi çocuklarının kanıdır. Yeni hükümet işçi ve emekçilerin sırtına bir de savaş yıkımını yüklemek isteyecektir. Burjuva basın sürekli Amerikan heyetiyle yapılan kan pazarlığını öne çıkarmaktadır. Aynı pazarlık Afganistan konusunda da yürütülmüştü. Ama sonuçta İSAFın komutanlığı için yapılan harcamalar Amerikan bütçesinden değil, işçi ve emekçilerin cebinden çıktı. Bugün yürütülen kan pazarlığını onaylayanlar bunu elbette biliyorlar. Sadece görmezden gelerek kitlelere unutturmaya çalışıyorlar. Oysa işçi ve emekçiler için her ikisi de çirkin ve kirlidir. Onların ne kardeş Irak halkıyla bir alıp-veremediği vardır, ne de Amerika için feda edecek canı ve dökecek kanı... Ne var ki bunları bilmek önlemeye yetmiyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin tüm muhalefetine rağmen ülke yıllardır Amerikan uşakları tarafından yönetilmekte, emperyalizme kölelik her geçen gün biraz daha pekiştirilmektedir. Sınıf ve emekçiler, işin hükümetlerle başlayıp bitmediğini, asıl iktidar gücünün emperyalizme göbekten bağlı burjuvazide olduğunu, onun sınıf egemenliğine son vermeksizin emperyalizmle kölelik bağlarından kurtulmanın mümkün olmadığını kavrayıncaya ve bu kavrayışla iktidara sınıf olarak talip oluncaya kadar, alınterinin ve kanının satışına boyun eğmek zorunda kalacaktır. Seçim ve savaş kışkırtıcılığı ile siyasetin yeniden alevlendiği bu sürecin, sınıf kitlelerinin bilincinde de daha hızlı gelişime ve değişime zemin hazırlayacağı açıktır. Bilinçsizliği bilince, boyun eğişi başkaldırıya dönüştürmek, sınıf ve emekçi kitlelere devrimci politika alternatifini sunmak için tüm imkanlar kullanılmalı, tüm güçler seferber edilmelidir. |
|||||