ABDnin Iraka bir saldırı düzenleyeceği kesinleşmiştir. Askeri, siyasal ve diplomatik hazırlıklarını artırmış ve öteden beri yürüttüğü psikoloji savaşı son dönemde daha da yoğunlaştırmış bulunuyor. Iraka yapılacak emperyalist bir saldırının hangi stratejik plana dayandığını geçen haftaki yazımızda ana çizgileriyle özetlemeye çalışmıştık. Bugün, bu saldırı planında TCnin alacağı rolü ve tutumu, bunun neden ve sonuçlarını özetlemeye ve alınması gereken devrimci tutumun ne olması gerektiğini bir kez daha hatırlatmaya çalışacağız. TC yetkilileri, her fırsatta ABDnin Irak operasyonuna karşı olduklarını, böyle bir operasyonun Türkiyenin temel siyasal ve ekonomik çıkarlarına uygun olmadığını, hatta böyle bir operasyon sonucunda Irakın toprak bütünlüğünün bozulabileceğini ve bir Kürt devletinin kurulabileceğini, bu nedenle ABDnin bu yönlü bir harekattan kaçınması için çaba gösterdiklerini açıklamışlardır. Aslında bugün de savaş için yoğun bir askeri, diplomatik ve siyasal hazırlık içinde olmalarına rağmen aynı görüşlerini dile getirmeye devam etmektedirler. Hiç kuşku yok ki, bu tür açıklamaların gerçeklikle, samimiyetle hiçbir ilgisi yoktur. Dahası TCnin ABD emperyalizmi karşısında direnecek ne bir gücü, ne de niyeti ve yeteneği vardır. ABDnin Irak saldırısında dayatacağı bir rolü tersine çevirmesi mümkün değildir. Bunu en iyi kendileri biliyorlar. Ekonomik, siyasal ve askeri açıdan ABDye bin bir bağla bağımlı olan, milyarlarca dolar borcu ve İMFnin mutlak ekonomik yönetimiyle, yapılan sayısız askeri ve siyasal anlaşma ile iradesini yitirmiş ve ABDye kaptırmış bir TCnin ABD karşısında direnme şansı, manevra yapma olanağı hemen hemen yok gibidir. İsrail ile imzaladığı stratejik işbirliği anlaşmasından sonra Ortadoğuda emperyalist statükonun saç ayaklarından biri olma konumunu güçlendiren ve yeni bir boyuta çıkaran TCnin, Ortadoğunun aseri işgal temelinde yeniden düzenlenmesini hedefleyen Irak savaşından uzakta durması, seyirci ve tarafsız kalması mümkün değildir. Bu, bölgesel ve uluslararası güç ilişkilerinde tuttuğu yer ile ve daha açık ifadeyle her açıdan kendisini bağlayan işbirlikçi ilişkiler ile tam bir karşıtlık oluşturur. TCnin ABD emperyalizmi karşısındaki duruşu ve hareket yeteneği bu olmasına rağmen iç piyasaya dön&uul;k dillendirilen ulusallık edebiyatının anlamı nedir? Öncelikle bu tür iddiaların gerçekliğin tahrifi olduğunu ve bir yönüyle içteki şoven milliyetçi duyguları kışkırtmaya, diğer yandan da ABDden daha fazla taviz koparmaya dönük bir çaba olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Başka bir ifadeyle, esas olarak TC kendini daha pahalı pazarlamanın çabası içindedir. Yoksa ABDnin Irak saldırısında etkin bir biçimde yer alacağı, üslerini her açıdan kullandıracağı kesindir. Son dönemde Türkiyeye gelip giden ABDli askeri ve diplomatik heyetlerin çalışmaları, TCnin savaşa katılıp katılmayacağı sorununu çözmek değil, savaş içindeki konumunu bütün ayrıntılarıyla belirlemek ve kendisiyle ilgili savaş planlarının somut ayrıntılarına son şeklini vermek içindir. Öte yandan TCnin Irak saldırısında yer alırken ABD karşısında tümden etkisiz ve eli kolu bağlı mahkum rolünde olduğunu söylemek de gerçekliği tam yansıtmaz. Tersine genel çerçevede eli mahkum olmasına rağmen pazarlayacağı, ekonomik ve siyasal sonuçlara dönüştürebileceği bazı kozları da vardır. Basına da yansıtıldığı gibi, TC bir dizi taleple ABDnin karşısına çıkmıştır. Öncelikle böyle bir savaşta ve sonrasında bir Kürt devletinin kurulmayacağının garantisini ABDden istemiş ve bu garantiyi almıştır. Yine emperyalist işgal temelinde Irakın yeniden şekillendirilmesinde TCnin etkin bir rol ve söz sahibi olacağı sözünü talep etmiş ve bu sözü almıştır. Musul-Kerkük petrollerinden ne kadar pay istediği ve bundan kendisine ne kadar düşeceği belirsiz olmakla birlikte, bir pazarlık noktasını da bu olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerektir. Dile getirdikleri diğer bir nokta da savaş sürecinde uğrayacağı ekonomik kayıplardır. Körfez savaşının sonuçları örnek gösterilerek doğabilecek ekonomik kayıpların eksiksiz karşılanması talep edilmektedir. İMF ve Dünya Bankasının daha fazla ekonomik yardımda bulunması, ileri sürdükleri diğer bir talepleridir. Bir de askeri borçların silinmesi ve silahlanma öündeki her türlü engelin kaldırılması talepleri vardır. Ayrıca AB, Kıbrıs ve diğer önemli dış politika konularında siyasal ve diplomatik desteğin sürdürülmesi de talepler listesinin bir parçasıdır. ABD, TCnin Kürdistan ile ilgili istemlerine olumlu karşılık vermiş ve zaten kendilerinin de bir Kürt devleti yaratma düşüncelerinin ve projelerinin olmadığını sayısız kez vurgulamıştır. Pratikleri de bu temelde olmuştur. On yılı aşkın bir süredir Güney Kürdistanda var olan fiili durumun herhangi bir statüye ve hukuksal güvenceye bağlanmamış olması bunu net bir biçimde doğrulamaktadır. Iraka yönelik bir emperyalist operasyonda TCnin alacağı tutum, sadece ülkesindeki üsleri kullandırmak, sınırda güvenliği sağlamak, lojistik destek vermek gibi görevlerle sınırlı olmayacaktır. Esas olarak Güneyi işgal etme ve müttefik güç olarak işgal hareketi içinde etkin bir yer alma düşüncesinde olduğu söylenebilir. Güney ve Irak bütünü üzerinde daha etkin söz sahibi olmanın bir işgal gücü olmaktan geçtiğini biliyorlar. TCnin savaşa işgalci bir güç olarak katılması demek, Güney Kürdistanın açık savaş alanı haline gelmesi demektir. ABD ve TC şimdiden sınırda yüzbinlerce kişiyi barındıracak kamplar oluşturmaktadırlar. Bu da hangi alanların savaş alanı haline geleceğini bir kez daha tartışmaya yer bırakmayacak biçimde kanıtlamaktadır. Kürtleri yine büyük trajediler, acılar, kayıplar ve onulmaz yıkımlar beklemektedir. Peki, Kürtlerin bunları karşılama hazırlıkları var mı, ne kadar? Bu soru da bizim açımızdan çok önemli ve başka bir değerlendirmede ortaya koymaya çalışacağız. Eli kulağında, hazırlıkları büyük bir hızla yapılmakta olan Iraka emperyalist saldırı savaşında TCnin açık ve etkin bir şekilde yer alacağı kesin. Bu yer alışın iç politikaya, ekonomik politikaya doğrudan etkileri olacaktır. Bu noktanın da bütün boyutlarıyla değerlendirilmesi gerekir. Bir kez savaş hali gerekçesiyle çok sınırlı olan demokratik haklar ve hak kırıntıları tırpanlanacak, hak arama mücadeleleri ortadan kaldırılacaktır. Yarı örtük olarak sürdürülen askeri özel savaş yönetimi, daha açık hale gelecektir. Bu, baskı, işkence, hak ihlalleri, keyfilik ve zorbalık demektir. Bu katmerli baskı ortamında İMF programlarının daha acımasız bir biçimde sürdürüleceğinden de kuşku duymamak gerekir. Kısacası savaş, baskı, siyasal gericilik, askeri-faşist diktatörlük demektir! Savaş, sınırsız sömürü, soygun ve talanda ölçüsüzlük demektir. Savaş, halklarımız ve emekçiler için daha büyük yıkım, sınırsız yoksullaşma, acı, ölüm ve tanımlanamaz trajedi demektir... Irak halkı ve bütün bölge halkları için yıkım ve uzun vadeli kölelik koşullarından başka bir şey getirmeyen emperyalist hegemonya savaşına karşı durmak, salt devrimci olmanın değil, yurtsever, halklardan yana olmanın da vazgeçilmez bir gereğidir. Emperyalist savaşa karşı Türkiyeli ve Kürdistanlı emekçiler daha etkin bir tavır almak, bunu siyasal gericiliğe, özel savaşa karşı mücadeleleriyle birleştirmek durumundadırlar. Özellikle içine girilen bu seçim ortamında Emperyalist savaşa hayır! sloganını güncel siyasal gündemin en önemli hedeflerinden biri haline getirmek, bu hedef doğrultusunda güç ve eylem birliklerini geliştirmek kaçınılmaz olmaktadır! PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları |
|||||