11 Eylülün birinci yılında... Emperyalist savaş hazırlıkları ve 11 Eylül saldırılarının üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıl boyunca Amerika hergün yinelediği terörizm demagojisiyle, emperyalist çıkarları doğrultusunda planladığı saldırganlığına kılıf uydurmaya çalıştı. Çıkarları, dünya hakimiyetini pekiştirebilmek için Asyaya yerleşmesini ve Ortadoğuda egemenliğini pekiştirmesini gerektiriyordu. Bu, ABD emperyalizmi için petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinde daha güçlü ve etkin bir denetim anlamına geliyordu. Bu doğrultuda önce Afganistana yönelik emperyalist saldırı gerçekleştirildi. Eski ABD beslemesi Taliban rejiminin yıkılmasıyla sonuçlanan bu emperyalist saldırı savaşı binlerce Afganistanlı sivilin hayatına maloldu. Binlerce sivilin ölümü, bunu tamamlayan ve Cenk kalesi katliamında simgelenen sayısız savaş suçu, ABDnin ve ona destek çıkan öteki emperyalist devletlerin umurunda değildi. ABD ve ortakları için önemli olan saldırıyı vesile ederek iç Asyaya askeri olarak yerleşmek ve dolaysız işgal gücünün yanısıra uydu bir yönetimle Afganistana egemen olmaktı. Amerikan başkanı saldırının hemen arkasından yaptığı konuşmada saldırı hedefine Afganistanla birlikte Irak ve İran gibi Ortadoğu ülkelerini de yerleştirmişti. Sonrasında hedef Iraka daraltıldı. Ancak bu dünyadan aldığı tepkilerle de bağlantılı bir hedef daraltmaydı. Bushun ünlü konuşmasında geçen, ya bizdensiniz ya da karşımızda sözleri boşuna değildir. Emperyalist haydutlar için saldırganlığına boyun eğmek, ses çıkarmamak yetmiyor; destek vermeyi, piyonluk yapmayı da şart koşuyorlar. Dolayısıyla Irak, Amerikanın dünya hakimiyetini pekiştirmesinin önündeki tek engel değildir. Kendini tümüyle teslim etmeyen her ülke bu saldırganlığın hedefi olmaya adaydır. Amerikan emperyalizminin uluslararası terörizme karşı mücadele demagojisiyle saldırganlığını artırması, 11 Eylülün sonuçlarından sadece biri. Bir diğer önemli sonuç ise, içte de baskı ve terörün artırılmasıdır. Üstelik bu sonuç sadece Amerikada değil, Avrupanın belli başlı emperyalist devletlerinde de yaşandı ve yaşanmaktadır. 11 Eylül, emperyalizmin karakterinde bulunan ırkçılık ve gericiliği bir kez daha ve dünya çapında azdırmış oldu. Amerikan, son bir yıldır, ancak Mc Carty dönemiyle kıyaslanabilir bir devlet terörüne maruz kalmış durumda. Sıradan Amerikalı uluslararası terörizm umacısıyla korkutulmak suretiyle, demokratik hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına razı edilmiştir. Benzer anti-demokratik gelişmeler, ırkçı-faşist politikalardaki yükseliş, pek çok Avrupa ülkesi için de gecedil;erlidir. Bugün de bu devletler, bir yandan Amerika ile çıkar çelişkileri yüzünden Ortadoğu emellerine açıktan destek vermezken, diğer yandan 11 Eylül ile estirdiği gericilik rüzgarını arkalarına almayı ihmal etmiyorlar. Elbette yükselen gericilik ve saldırganlık sadece Amerika ve Avrupa ile sınırlı değil. Madem ki terörizme karşı mücadele bir haktır; o zaman her bir ülke kendi teröristini teşhir edip imhaya yönelebilir. İspanya Batasunayı kapatır, Rusya Çeçenleri bastırır. İsrail tüm Filistin halkını terörist ilan eder ve tüm dünyanın gözleri önünde soykırıma girişir. Bunlar, 11 Eylülden bu yana, son bir yılda yaşananların sadece küçük bir bölümü. Oysa, önümüzdeki dönemde yaşayacaklarımız yaşamış olduklarımızı sayısız kez katlayacak niteliktedir. Zira, pek çok burjuva yorumcunun da teslim ettiği gibi, Iraka yönelik bir saldırının, barut fıçısı tabir edilen Ortadoğuyu tümden ateşlemesi kuvvetle muhtemeldir. Amerikan uşağı yönetimlerine rağmen Ortadoğu halkları arasında Amerika ve emperyalizm düşmanlığının ne kadar yaygın ve etkin olduğu biliniyor. Zaten pek çok Arap devletinin Amerikayı açıktan desteklemekten çekinmesinin altında da kendi halklarının tepkisinden duydukları bu korku yatıyor. Amerikanın saldırı tarihini durmadan ileri atması da bununla doğrudan bağlantılıdır. İngiltere dışında öteki emperyalist devletlerden henüz açık destek alamamasının da etkisi olmakla birlikte, saldıracağı ülke ve bölgeden beklediği tepki, kuşkusuz çok daha önemli bir nedendir. Bu yüzden de hazırlıkları bir türlü bitmek bilmiyor. Her geçen gün ihtiyaç duyulan asker ve silah sayısı artırılıyor. Her geçen gün bölgeye silah yığınağı büyüyor. Türkiye, gerek Amerikan uşağı yönetimiyle, gerekse coğrafi konumuyla, baştan beri saldırı senaryolarının baş aktörü konumunda olan bir ülke oldu. Zaman zaman gündeme getirilen bağımsız Kürt devleti çekincesi ve masraflarının karşılanması talebi dışında, Türk devletinin Amerikanın Iraka saldırısına ve kendisinden beklenen role herhangi bir itirazı duyulmuyor. Hatta, Türk askerinin bir ticaret malı gibi gösterilerek aşağılanmasına ve buna karşı toplumdan yükselen mehmetçiğin kanı pazarlanıyor itirazlarına bile cevap verme gereği duyulmuyor. Tersine, her vesileyle ve her düzeyde Amerika ile stratejik ortaklık ilişkisi ve gereklerini yerine getirme sorumluluğu tekrarlanıyor. Oysa, Türkiye halkı da diğer Ortadoğu halkları gibi anti-emperyalist bir geçmişe ve geleneğe sahiptir. Bu kendini Iraka karşı emperyalist savaşa açık karşıtlıkta bir kez daha ortaya koyuyor. Dolayısıyla, bu saldırıda Amerikanın yanında yer alması Türk devletini büyük sıkıntılara sokacak bir gelişme olacaktır. Amerikan askeri olmayacağız! şiarı, Türkiye saldırıya doğrudan katılmadığı halde, daha Afganistan çıkarması sırasında yaygınlaşmıştır. Bir de Türk ordusunun saldırıya dahil olması halinde tepkilerin ne düzeye çıkacağı, ne sonuçlar yaratacağı düşünülmelidir. Ancak, Amerikan uşağı devlet şimdilik bu tür sorunları hesaba katmak istemiyor. Açıktan ifadelendirmemekle birlikte, hesaplarını, kadim tutkusu Musul-Kerkük üzerinden yapmayı tercih ediyor. Bölgede bir desteğe tartışmasız ihtiyaç duyan Amerika ise, Türk egemenlerinin Kürt korkusu ve Musul-Kerkük tutkusunu sonuna kadar kullanmakta tereddüt etmiyor. Kürt liderlerin Amerikadaki toplantının hemen ardından Türk devletini kışkırtıcı açıklamalar yapmaları sebepsiz değil. Açıklamaların içeriğine bakıldığında, Amerikanın her iki tarafa da mavi boncuk gösterdiği görülebilmektedir. Sonuçta bölgenin kardeş halkları Türkler, Kürtler ve Araplar, Amerikanın bölge hakimiyetini pekiştirmesi uğruna birbirleriyle savaştırılmak üzere hazırlanmaktadır. Kiminin yönetimi satın alınarak, kimisi diğerine karşı kışkırtılarak, ki pohpohlanarak veya rüşvetle, ama bir biçimde bu halklar Amerikan askeri haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bölgede en uğursuz rolü Türk devletinin üstlendiği çok açıktır. Amerikan işbirlikçiliğini hiçbir biçimde haklı çıkarmasa da, Iraklı Kürt liderlerin hiç değilse görünüm olarak ulusal haklar gibi bir gerekçeyle ortaya çıkma durumları söz konusudur. Oysa, Türk devletinin Irak saldırısına dahil olmasını açıklayacak tek niteleme emperyalizme bölge jandarmalığıdır. Gelinen yerde buna artık maşalık demek belki daha doğrudur. Bu maşalığı bugün için mazur göstermeye yönelik Kuzey Irakta bir Kürt devlet tehdidi bir aldatmacadan, üstlenilen rolü sözde milli bir kaygıyla perdeleme çabasından başka bir şey değildir. Başka türlü olsaydı bunun Türk devletini şimdikinin tam tersi bir tutuma, Amerikan planlarına karşı çıkmaya yöneltsi gerektirir. Öyle ya, bugünün bölge dengeleri içinde, Iraka Amerikan müdahalesinin ardından bir Kürt devletinin kurulması ancak Amerikanın icazeti ve gayreti sayesinde olanaklı olabilir. Bu çok açık olduğuna göre, Türk devletinin gerekçesi geçersizdir. Tıpkı, Amerikanın Iraka yönelik gerekçelerinin geçersizliği gibi. Türkiyenin saldırıya katılması, sadece komşusuna tecavüz edeceği için kötü değildir. Bu, emperyalist saldırganlığın her türünde görülen karşı tarafa yönelik haksızlık, kötülük, kırım ve katliamların yanı sıra, kendi halkını savaşa sürme ve kırdırma, üstelik emperyalizmin askerleri olarak kullanma uğursuzluğu anlamına da gelecektir. Egemenler açısından bunda fazlaca bir sorun bulunmayabilir. Kendi çocukları sürülmeyecektir nasıl olsa savaşa. Üstelik, krizdeki ekonomileri için savaşı imkana dönüştürmeye de çalışacaklardır. Her halükarda savaştan asıl zarar görecek olan, iki tarafın işçi sınıfları ve emekçi halklarıdır. Emperyalist saldırganlığı ve savaşı dizginleme görevi işçi sınıfı ve emekçi halklara düşmektedir. Irak saldırısına yönelik hazırlıkların yoğunlaştığı bugünlerde erken seçim oyunlarıyla oyalanan Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleleri yaklaşan savaşa karşı döne döne uyarılmalı ve savaşı engelleme mücadelesine yöneltilmelidir. |
|||||