Topluma Kazandırma Yasası adlı pişmanlık yasasının çıkarılmasından sonra özel savaş aygıtı Kürdistandaki operasyonlarına hız verdi. Bu operasyonlar sonucu 10un üzerinde eski gerilla yaşamını yitirdi. (Geçmeden önce eski gerilla kavramına açıklık getirmemiz gerekir. Öcalan ve İmralı Partisinin ideolojik ve politik olarak tersine dönmelerinden ve çok yönlü tasfiye sürecini başlatmalarından sonra gerilla anlamsızlaştı, dağa mahkum kalan, hiçbir politik ve askeri stratejisi olmayan silahlı insanlar topluluğu haline geldi. Bu nedenle bu tersine dönüşe rağmen gerilla terimini kullanmak, gerçekte verilmiş olan gerilla mücadelesi ile arasındaki nitelik farkını tümden silmek anlamına gelir. Bu da, herşeyden önce özgürlük savaşçısı olan gerillaya ve onun özverili mücadelesine, verilen şehitlere ve yaratılan decurren;erlere saygısızlık demektir. Peki, şimdi dağa mahkum kalan eli silahlı insanlar neyin savaşçısıdır, gerçek anlamda ülke ve halk özgürlük davaları kaldı mı? Hala kaldı diyenler varsa, daha önceki belgeler bir yana, KADEK BKnin açıkladığı Yol haritasına baksınlar. Eski gerilla kavramına açıklık getirmek bakımından bu uzun parantezi açmak durumunda kaldık. Kaldığımız yerden devam edyoruz.) Özel savaş aygıtının saldırıları askeri operasyonlarla sınırlı kalmadı, 1990lı yılların ortalarındaki topyekûn savaşı hatırlatan bir saldırı hareketi içindedir. Kitle gösterilerine saldırı, legal çalışmalara engellemeler, takip, baskınlar ve daha onlarca uygulama, bu saldırı dalgasının başlıcalarıdır...
En son Almanyada yapılan bir festivale katıldıkları için ses sanatçıları Musa Eroğlu ve Haluk Levent, DEHAP ve Özgür Toplum Partisi genel başkanlarının da içinde bulunduğu bir düzine insan hakkında soruşturma açıldı. Haluk Levent ve anılan partilerin genel başkanları gözaltına alındı ve ardından salıverildiler.
Kuşkusuz bu gözaltı olayını sıradan bir olay olarak değerlendirmek yanlış olur. Tek başına alındığında bu olayın elbette abartılacak bir yanı yok. Ama genel saldırının bir parçası ve verilmek mesajın niteliği açısından bakıldığında bu olay önem kazanıyor.
Bir kez devlet, Kürdistan politikasındaki katı, esnemez ve ödün vermez yaklaşımındaki kararlılığını bir kez daha göstermek istedi. Bu, bir bakıma bir kararlılık mesajı ve kim olursa olsun, herkes ayağını denk alsın, devletin sabrıyla ve temel duyarlılıklarıyla oynamasın mesajının açık ifadesidir.
İkincisi, özel aygıt, topyekûn bir saldırı başlattığını ve bu konuda her çevre ve kesimin buna göre davranması ve davranışlarını buna göre ayarlaması gerektiğini anlatmak istemiştir.
Üçüncüsü, özel savaş aygıtı, teslim de olsa, kendilerini bir affa teslim etmeye hazır da olsa, artık ideolojik ve politik olarak kendileri için ciddi bir tehdit olmasa da, KADEKe açıktan diz çökme ya da imha ikilemi ile karşı karşıya olduğunu kesin bir biçimde anlatmak istiyor.
Kuşkusuz saldırı dalgası salt yukarda kısaca özetlemeye çalıştığımız uygulamalarla sınırlı değildir. Bir de bunun dış politika boyutu var. ABD ile ilişkilerinde, Iraka asker gönderme pazarlıklarında Güneyde konumlu bulunan KADEK güçlerinin tasfiyesi, en önemli düğüm noktalarının başında geliyor. Hükümet yetkilileri, askeri yetkililer bu durumu gizleme gereğini dahi duymuyorlar. ABD ile birlikte KADEKi tasfiye operasyonlarını gerçekleştirme planlarını açıktan açığa dillendirmelerinin, aynı zamanda, toplumu yeni saldırı dalgasına alıştırma boyutu da vardır. Irakta içinde bulunduğu açmaz devam ederken, istikrarı oturtma hareketinin başarısı ufukta gözükmezken, ABDnin KADEKe karşı bir saldırı içine girmesi çok zor görünüyor. Taktik nedenlerden dolayı bu güçtür, yakın zamanda böyle birşey çok zor. Bunu TC de biliyor, bildiği için bunu ABD için bir zaaf olarak değerlendiriyor ve o noktada bastırıyor. Bu bastırmanın bir nedeni de genelde Kürdistan sorununda kontrolün kaçmamasını sağlamak, bugünden bu yönlü önlemlerin alınmasını istemek ve sağlamaktır. Belli ki TC, ABDnin Iraktaki açmazlarını, zorluklarını en iyi şekilde değerlendirmek ve en üst düzeyde yarar sağmk hesabı içinde görünüyor. Bunu ne kadar başarır veya başarmaz, bu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak bu bölgesel koşulları topyekûn saldırı için uygun bir dış zemin olarak değerlendirdiği çok açıktır.
Açık ki TC yeni bir topyekûn saldırı dalgasını başlatmış ve Kürdistan sorunu konusundaki politik duruşunu tereddüte yer bırakmayacak şekilde ortaya koymuştur. Kuşkusuz bu, bir devlet politikasıdır, mevcut hükümetin herhangi bir tasarrufu olarak değerlendirilemez!
Ancak KADEK yönetenleri bu görüşte değiller. Onlar hala devlet içinde rantçı kesimleri, savaştan yana olan gözü dönmüşleri arıyor ve mevcut saldırıyı AKPnin şu veya bu yönelimi ile açıklamaya çalışıyorlar. Böylece bilinçleri çarpıtıyor, hedefleri saptırıyor ve ufukları karartmaya devam ediyorlar. Zaten İmralı sürecinden bu yana devletin gerçek iktidar gücü olan ordu, Genelkurmay hep temiz gösterilmeye, bütün kötülükler devlet içinde yuvalanmış bir çete ile veya çıkar şebekesi ile açıklanmaya çalışıldı. Dört başı mamur teslimiyet ideolojisi olan barış ve demokratik cumhuriyet ideolojisinin gereği buydu. Saldırıların, inkar ve imha siyasetinin gerçek sahibi olarak devlet gösterilse, bu, ileri sürdükleri ideolojinin peşinen iflasını getirir. Bu nedenle topyekûn bir saldırı dalgsı başlatılmasına rağmen, kelleleri üzerinde pazarlık yapılmasına rağmen, onlar devleti aklamaya devam ediyorlar, halkımızı da aldatmayı, bilinçlerini çarpıtmayı sürdürüyorlar. AKP hükümet, evet, ama iktidar olabilmesi mümkün mü? Bu topyekûn saldırı devletin ortak kararı, Genelkurmayın kesin emri olmadan başlatılabilir mi? Öyleyse halkımıza bütün kurumlarıyla, temel iktidar gücüyle devlet neden hede gösterilmiyor?
Bir de halktan 1990lardaki serhildan ruhunu sergilemelerini istiyorlar. O zaman bir dizi olumsuz etkene rağmen haklımızın kafası açıktı, hedefleri netti, ne yaptığının bilincindeydi. Ya şimdi?.. Devlet bilinci kadar, sınıf bilinci, ulusal bilinci, amaç ve hedefleri sistematik olarak çarpıtıldı... Bunu devlet de çok iyi biliyor ve günlük olarak izliyor. O nedenle yapılan kampanyalardan korkmuyor ve etkilenmiyor. Durum böyle olduğu için bu kampanyaların en sıradan bir kırıntı bile getirmesi mümkün değildir.
Bu bilinç çarpıtma çabaları yetmiyormuş gibi, bir de halkımızın enerjisini boş hedeflere yöneltmeye çalışarak tüketiyorlar. Barış için Demokratik Çözüm kampanyasının özü de bundan başkası değildir. Devlet topyekûn saldırı hareketi başlatmış, dış politikasını, iç politikasını buna bağlamış. Ama KADEK boş şeylerle, boş amaçlarla uğraşıyor. Bunda şaşılacak bir yan yok; çünkü, İmralıda kendisine yüklenilen rolü oynuyor.
Kuşkusuz çelişkilerin daha da yoğunlaştığı ve günlük yaşamda kendisini çok daha net olarak hissettirdiği bu dönemde, devrimci çizgi eksenli bir mücadele seçeneğinin eksikliği, kendisini çok daha yakıcı bir tarzda dayatıyor. Bu durum görevimizin ne olduğunu, acilliğini de anlatıyor, aynı yakıcılıkta...
Türkiye genelinde Gençliğin sözü söz, Irakta işgalci, okulda müşteri olmayacağız şiarıyla yürüttülen kampanyamıza Edirneden de bir ses verebilmek amacıyla SES Edirne Şubesi binasında 15 Eylül günü bir basın toplantısı gerçekleştirdik.
Açıklamamızda başta ABD olmak üzere emperyalistlerin geçmişten bugüne halkların katedilmesine sebep olan politikalar izledikleri, bugün de Ortadoğuda aynı politikanın uygulandığı ifade edildi. Aynı şekilde, Türkiyedeki sermaye sınıfının tam desteğiyle Türkiye devletinin de bu politikanın bir parçası olduğu vurgulandı.
Açıklamamızda değinilen bir başka konu ise ülkemizde eğitim alanındaki emperyalist politikalardı. Aynı emperyalist politikaların ülkemizde eğitim alanında da kendini gösterdiği; asıl şeklini GATS ve benzeri anlaşmalardan alan ve bu saldırının üniversite ayağını oluşturan Yeni YÖK Yasa Tasarısının sermaye tarafından tekrar tekrar gündeme getirildiği ve bu dönem meclisten geçirilmeye çalışıldığı üzerinde duruldu. Bu politikalarla eğitimin özelleştirilmesi ve paralı hale getirilmesinin meşrulaştırılmaya çalışıldığı, gençlik olarak bunun karşısında olduğumuz ortaya konuldu.
Bizler gençlerin emperyalizmin çıkarları doğrultusunda bugün Irakta yarın başka bir yerde ölmeye ve öldürmeye gönderilmesine, yine gençliğimizin eğitim hakkının elinden alınmasına seyirci kalmayacağız. Bizler bu dönemde Gençliğin sözü söz, Irakta işgalci okulda müşteri olmayacağız! şiarını temel alıyoruz. Bu şiarımızı sadece gençliğe değil her kesimden insana ulaştırmayı görev biliyor ve yüzbin imzayı hedefliyoruz.