Başka ulusu ezen bir ulus, özgür olamaz. Marxın bu tespiti siyonist İsrail şahsında her gün yeniden doğrulanıyor. Yarım asırdan beri Yahudileri güvenlik paranoyası gölgesinde yaşamaya mahkum eden İsrail devleti, Filistin topraklarını işgal ederek, yıkım ve katliam politikasını süreklileştirerek paranoyanın Yahudiler arasında kitlesel boyutlar kazanmasını ve sürekli bir hal almasını sağlamıştır. Buna rağmen bu politikanın ulaştığı bir sonuç yok. Zira Filistin halkı siyonizme karşı direnerek işgalcileri rahat bırakmıyor. Bu konuda direnişçilerin sıkça dile getirdiği bir gerçek var: Filistin halkı özgürlüğüne kavuşmadan, İsrailliler barış ve güvenliğe kavuşamaz.
Filistin halkı siyonist zulme, zorbalığa karşı direniyor. Onurunu ayaklar altında ezmeye çalışan hoyrat işgalciye boyun eğmiyor. Zaten başka bir çıkış yolu da yok. İsrail işgalinin dayattığı ikilem; ya celladına boyun eğmek, ya da direnmek! Biliyoruz ki direnişçi Filistin halkı her zaman ikinci yolu tercih etmiştir ve bu yolda ilerlemektedir. Kuşkusuz bu tercihin ağır bedelleri olmuştur ve her gün bedel ödenmeye devam etmektedir. Yani bu coğrafyada yaşanan direniş, bir küllerinden yeniden dirilme sürecidir. Bundan dolayıdır ki, ödenen bedeller direnişte en ufak bir tereddüt yaratmamıştır. İsrail gibi terörist bir devletin tüm vahşetine, tam bir ölüm makinesi olan siyonist ordunun zorbalığına karşın direnişte ısrar devam ediyor.
İsrail saldırganlığının vardığı boyut Yahudi halkın kurtuluşunu Filistin halkının özgürleşmesi sorununa doğrudan bağlı hale getirmiştir. Siyonist barbarlık sadece Filistin halkına değil aynı zamanda Yahudilere de ağır bir bedel ödetiyor. İşgale karşı direnişi sürdüren Filistin halkı özgürlüğü uğruna bedel öderken, Yahudi halk siyonist zorbalığa destek verdikleri, başka bir halkın imha edilmesi politikalarına doğrudan ya da dolaylı dayanak oluşturdukları için bedel ödüyor. Bu haliyle Yahudi halkın ödediği bedel ne kendilerinin, ne de Filistinlilerin geleceğine zerre kadar olumlu bir katkıda bulunmuyor, tersine Filistin halkının sayısız felaket yaşamasına yol açarken, Yahudilerin ciddi bir çürüme ve yozlaşma içine sürüklenmelerine yol açıyor.
Siyonistlerin amacı belli, Filistin halkını son ferdine kadar sürgün etmek ya da katletmek, böylece Filistin topraklarının tümüne el koymaktır. Zaten Filistin topraklarının yüzde 78i resmen yağmalanıp, gaspedilmişti. Geriye kalan yüzde 22lik toprak parçası da Yahudi yerleşimciler eliyle parça parça kemiriliyor. Irkçı-faşist çetelerden oluşan Yahudi yerleşimcilerin tümü silahlı, işledikleri cinayetler ise İsrailde soruşturma konusu bile edilmez. Bunların işgal ettikleri toprak parçasının birkaç katı da güvenlik gerekçesiyle Filistinlilerden arındırılıyor. Tabii bu işlem her türlü vahşi uygulama ve yöntemle gerçekleştiriliyor. Buna rağmen kendilerini güvende hissetmiyorlar. Bu da doğal, zira onlar işgalci ve yağmacıdırlar. Kendini güvende hissetmeyen sadece Yahudi yerleşimciler değil, siyonist icraatlar sonucu &147;güvenlik paranoyası içinde yaşayan İsraillilerin çoğu da benzer bir ruhhali içinde.
Siyonist devletin yıkım ve katliamları güvenliği sağlamaya yetmiyor, Filistin halkının etrafına duvarlar örerek Filistin topraklarını fiili bir hapishaneye çevirme planı hayata geçiriliyor. Yüzlerce kilometrelik duvar inşaatı hızla devam ediyor. İsrail ordusunun diğer bir projesi ise, uzaktan kumandalı buldozerlerle Filistinlilerin evlerini yıkmaktır. İsrail askerlerini hayati tehlikeden korumak için araçlar birkaç hafta içinde devreye girecek. Bilindiği gibi Filistinlilerin evlerini yıkan buldozerleri İsrail askerleri kullanıyor. Böylece son model silahların yanı sıra teknoloji harikası araçlar da siyonist vahşetin hizmetine giriyor.
Bush-Şaron planları, İsraildeki Yahudileri mutlu ve güvenli bir yaşama kavuşturamıyor. Dahası, Nazilerin Yahudilere yaptıkları ile İsrailin Filistinlilere yaptıkları arasında paralellik kuranlar günden güne artıyor. Artık siyonist vahşetin nispeten yumuşak eleştirilere konu olduğu AB ülkelerinde bile bu böyle. AB ülkelerinde yapılan sonuçları bir süredir kamuoyuna açıklanmayan- bir ankete göre, Avrupalıların yüzde 59u dünyanın en tehlikeli ve korkulan ülkesinin İsrail olduğunu düşünüyor.
Bu korku boşuna değil elbet. Zira İsrailin kitle imha silahları deposu olduğu artık bir sır değil. Diğer katliamlar bir yana, iktidarda olan kasap Şaronun sadece Sabra-Şatila katliamlarının baş sorumlusu olduğu gözönüne alındığında bile tehlikenin boyutu ortaya çıkar. Bu durum, caniler tarafından yönetilen nükleer silahlarla donanmış siyonist devletin neden en tehlikeli olduğunu açıklamaya yeter.
Anket sonuçlarına ulaşan gazetecilerin bunları yayınlaması, siyonist lobiyi anında harekete geçirdi. Bilinen ama artık kimsenin itibar etmediği iddia hemen ortaya atıldı: Avrupada anti-semitizm yayılıyor! Siyonist lobiler, İsrail vahşetini hedef alan her eleştiriye benzer tepkiler gösteriyorlar. Tabii artık bu teraneler uluslararası kamuoyunda kabak tadı vermeye başladı. Çünkü siyonist yıkım ve katliamları gerekçelendirmenin imkanı kalmadı. Emperyalist basın tekellerinin yalan ve çarpıtma kampanyaları da sonucu değiştirmiyor.
Siyonist rejimdeki çürüme ve yozlaşma yaşamın her alanında kendini gösteriyor. Üst düzey devlet yöneticileri rüşvetten sorgulanıyor, işsizlik artıyor, İsrail işçi ve emekçilerinin kazanılmış hakları tırpanlanıyor, grevler yasaklanıyor, tersine göç oluyor, Filistin topraklarının işgaline karşı çıkan Yahudiler saldırıya uğruyor, vb...
Siyonist politikalara destek verdiği oranda İsrail halkı da çürüme ve yozlaşmadan payına düşeni alıyor. Böylesi bir vahşeti destekleyenler, ister istemez insani özelliklerini yitirme noktasına geliyorlar. Bu kesimleri, Filistin halkının çektiği acılar hiç ilgilendirmiyor. Önemli olan kendilerinin rahatıdır. Bu zihniyetin çukuruna yuvarlananların pratikte Nazilerden herhangi bir farkları kalmamaktadır.
Elbette Filistin halkının haklı davasını savunanlar da var İsrailde. Fakat bu kesim henüz zayıf durumda. Verili durumdaki karanlık tabloya rağmen İsrail işçi ve emekçilerinin, yozlaşmaya karşı duran Yahudilerin bu bataktan çıkabilmelerinin biricik yolu, siyonist işgali mahkum edip, Filistin davasını daha güçlü bir şekilde sahiplenmektir.
İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Moşe Yalon, Ariel Şaron hükümetinin Filistinlilere yönelik sert politikalarının ülkenin stratejik çıkarlarına zarar verdiğini söyledi. Güvenlik duvarına da muhalefet ederek, Filistinlilerin tarım alanlarına ulaşmasını engelleyen duvarın Filistinlilerin yaşamını katlanılmaz hale getireceğini kaydetti.
Bu eleştiri ülkede geniş yankı buldu. Korgeneral Yalon, Filistin topraklarında uygulanan sokağa çıkma yasağının ve seyahat özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların, İsrailin güvenliğini tehdit ettiğini, bu uygulamalar nedeniyle Filistinliler arasında İsraile yönelik nefretin arttığını ve radikal örgütlerin daha fazla güçlendiğini söyledi.
Ariel Şaron iki rüşvet araştırması kapsamında, hakkındaki suçlamalar nedeniyle polis tarafından sorgulandı. İsrail medyasında yer alan haberlere göre, Şaron iki oğlu için Güney Afrikalı bir işadamından alınan 1.5 milyon dolar krediyi yasa dışı olarak 1999 yılındaki seçim kampanyası için kullanmakla suçlanıyor
Polis ayrıca işadamı David Appelle Şaronun oğlu Gilad arasındaki bir anlaşmayı inceliyor. İddialara göre, Likud Partisiyle yakın ilişki içinde olduğu bilinen Appel, Yunanistandaki bir turizm projesinin yetkililer tarafından onaylanmasını sağlaması için Gilad Şarona yüzbinlerce dolar verdi.
Eski başbakanlardan Barak ve Netanyahu hakkında da rüşvet soruşturmaları açılmıştı.Siyonist şefler kirli icraatlarından dolayı mahkemeler tarafından aklansa da, haklarında açılan davalar, siyonistlerdeki kirlenmenin bir başka boyutunu gösteriyor.