Amerika Türkiyeden askeri destek istediğinden ve Türkiye Irakta Amerikan jandarmalığını tartışmaya başladığından bu yana, Iraktan gelen mesajlar hep aynı doğrultuda oldu: Gelmeyin, gelirseniz işgalci muamelesi görürsünüz
Geçtiğimiz hafta Türkiyenin Bağdat Büyükelçiliğine yönelik saldırı da değişik ağızlardan ve defalarca tekrarlanmış olan bu aynı mesajın teyidi oldu. Pek çok yorumcu, bunun, gelmeyin mesajı olduğunu söyleyip yazmakta. Sanki bu olaya dek kimse gelmeyin dememiş gibi. Bu da saldırı kararı verenlerin gerekçesini doğrulamaya yetiyor: Gelmeyin mesajı sürekli olarak tekrarlanmasına rağmen TBMMden gidiş kararı çıkması, Türk sermaye devletinin mesajı ciddiye almadığını gösterdi. Direnişçiler de Büyükelçilik saldırısıyla ikazlarının ne kadar ciddi olduğunu göstermek istediler. Bu saldırının asıl mesajı budur.
Peki mesaj yerini buldu mu?..
Ordu ve hükümet cephesinden gelen tepkilere bakılırsa, güya, bulmadı. Kimisi, Büyükelçiliğimize yönelik saldırının asker gönderme kararıyla ilgisi yok derken, kimisi de, bizi terörle yıldıramazlar, biz ne terörler gördük havalarına girmekte. Fakat ne kadar inkardan gelinirse gelinsin, açıklamaların tümü aynı kapıya çıkıyor; nihayet direniş cephesini de ciddiye almak zorunda kaldılar.
Fakat, ciddiye almak onların nezdinde kararlarını bir kez daha gözden geçirmek, yanlış yapıp yapmadıklarını düşünmek vb. anlamına gelmiyor. Bunun üzerinden önlem artırma hesabına giriyorlar. İlk etapta planladıkları 10 bin askerin yetip yetmeyeceği tartışması yürütüyorlar. Oysa ki, Irak direnişini ciddiye almak için ille de Türk Büyükelçiliğine saldırı gerekmiyordu. İşgal ordularına karşı günübirlik düzenlenen saldırılar, Amerikan ordusunun günlük 3-5 standardına ulaşan kayıpları, Birleşmiş Milletle Temsilciliğine, kukla hükümetin barındığı CİA korumasındaki otele vb. düzenlenen saldırılar vs., vs
direnişin ciddiyetini fazlasıyla göstermekteydi. Türkiyede düzen içi muhalefet bile döne döne bu gelişmeler üzerinden uyarılarda bulundu. İşlerin iyice karıştığı bir süreçte asker g&oml;nderme kararının çok yanlış olacağını söylediler, söylüyorlar. Kaldı ki, gerçek halk muhalefeti, hiçbir koşulda asker gönderilmemesini dayatıyor. Fakat iktidar sahipleri stratejik bir uşaklığın peşine düşmüş, ne Irak ve ne de Türkiye halklarının sesine kulak vermeye yanaşmadan, tepe taklak yuvarlanmayı tercih ediyor.
Yuvarlandığı bayırın dibi ise bataklık. Bu, Iraktaki tüm gelişmelerle görüldüğü gibi, Türk Büyükelçiliğine yönelik saldırıyla daha net ortaya çıktı. Daha doğrusu, önceki gelişmeler Irakın işgalciler için hızla bataklığa dönüşmeye başladığını gösteriyordu. Büyükelçilik saldırısı ise, sadece işgalciler için değil, işgalcilerin uşakları, yardımcı ve yardakçıları, maşalığını ve jandarmalığını yapmaya kalkanları da aynı bataklığın beklediğini gösterdi.
Fakat görünen o ki, yuvarlanmakta olduğu bataklık Türk devletini pek fazla tedirgin etmiyor. Dünyanın süper gücü işgal kuvvetleri bile tedirgin, yerine başkalarını yerleştirip çekilmenin yollarını arıyorlar. Ama Türk devleti tınmıyor. İçinde debelendiği uşaklık çukuru öyle derin, öyle pis ki, Irak bataklığının bunun yanında sığ kalacağını düşünüyor olmalılar. Gerçekten de, şu Irak işgalinin tuttuğu aynada, Amerikan uşaklığı konusunda Türk devletinin eline su dökebilecek tek bir devlet daha bulunmadığı daha net görülmüş oldu.
Dünyada Amerikaya borçlu, bağımlı pek çok devlet var. CİA darbeleriyle kurulmuş hükümetler var. Amerikanın bir dediğini iki etmedikleri düşünülür. Gel gör ki, Irak sorununda hiçbirinden henüz tek bir asker koparamadı ABD yönetimi. Adamlar kendi halklarını satmaya, soyup soğana çevirmeye, bunun için ABD ve İMFye haraç ödemeye razılar, ama iş sınır ötesi jandarmalığa geldiğinde duruyorlar. Bu kadarına cesaret edemiyorlar.
Bu kadarına bir tek Türk devleti cesaret etti. Ama bu, halk arasında kör cesaret tabir edilen türden bir cesaret. Olumlu hiçbir anlamı bulunmuyor. Bir çocuğun kamyon direksiyonuna geçme cesareti gibi, bir delinin uçak kullanma cesareti gibi
Fakat araç insan yüklüdür. Kamyonun kasasında, uçağın yolcu bölümünde biz varız. Iraka ölmeye/öldürmeye gönderilen gençlerimiz var. Kamyonun yuvarlandığı, uçağın çakıldığı bataklıkta ölecek olan bizleriz.
Aynı şekilde, Irak direnişinin kıramadığı TCnin kör cesaretini kırabilecek tek güç de bizlerde bulunuyor.
Bugün, olağanüstü koruma altındaki Büyükelçilike saldırıda can kaybı yaşanmamış olabilir. Yaşansa da devlet ricalindendir denip önemsenmeyebilir. Fakat yarın, askerin gönderilmesini engellemediğimiz taktirde, ajansları o gün kaç Türkiyeli askerinin öldürüldüğünü, ölenlerin isimlerini duymak için takip etmeye başladığımızda, önemseyeceğiz. Ancak bu önemseme, acı ve ağıttan, gözyaşı ve ilençten başka bir şey katmayacak yaşamımıza. Bu gidişle bu kaçınılmazdır. Ancak kader değildir, değiştirilebilir.
Bunun için bu gidişatı durdurmak gerekiyor. Durdurmak için de itirazımızı daha yüksek perdeden dillendirmek, daha gür yükseltmek zorundayız. Amerikan uşağı hükümetin karşısına daha örgütlü, politik planda daha dirençli bir tutumla dikilmek, Iraka gitmeyeceğimizi, Amerikan jandarmalığı yapmayacağımızı, daha kesin ve sert bir dille ifade etmek şart. Çünkü uşaklığın bu düzeyinde, hiçbir insani-ahlaki çekincenin kalmadığı bu derekede, çekince yaratabilecek tek konu uşaklık imkanının yitirilmesi olabilir.
Eğer iktidar sahiplerini, Irak kararında ısrarcı oldukları takdirde iktidarlarını yitirebilecekleri korkusuna düşürmek mümkün olursa, ancak bu takdirde, bu karardan caydırmak mümkün olabilir. Bu ise, karşılarına gerçek bir düzen alternatifi politika ile çıkmak demektir. Ve hiç kuşkusuz, bu politikanın ciddiye alınmasını olanaklı kılacak gücü, işçi sınıfı ve emekçiler şahsında harekete geçirmek demektir.
Büyükelçiliğe yönelik saldırının sadece Türkiyede düzen sahiplerine değil, muhaliflerine yönelik de önemli bir mesajı var: Kardeşler, Amerikan uşağı egemenlerinizi engelleyin! Bölgede yeni bir halklar boğazlaşmasının yolunu açmalarına izin vermeyin! Direnişimize sahip çıkın! demek istiyor Irakın yiğit ve gözü kara direnişçileri.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleleri bu mesajı iyi algılamalı, bölgedeki tüm barut fıçıları emperyalistler tarafından kundaklanmadan devrim ateşini körüklemelidir. Bunun güncel gereği ve en acil adımı olarak da, Amerikan işbirlikçilerinin uşaklık ve jandarmalık tezkeresini sokaklarda yırtmalıdır.