TKY saldırısına eğitim
emekçileri de ortak ediliyor!
Dünya çapında özelleştirme saldırısının uygulama biçimlerinden biri olan TKY (Toplam Kalite Yönetimi) Türkiyenin GATSa (Hizmet Ticareti Anlaşması) 1995 yılında imza atmasıyla, özel sektörden sonra kamu hizmet sektörlerinde de aşamalı olarak uygulanmaya kondu. Sermaye kâr alanını genişletmek için halkın en temel ihtiyaçlarının karşılandığı sektörlere göz dikmiş durumda. 80li yıllardan bu yana KİTler zarar ediyor, hantal devlet söylemleriyle kamu hizmetlerini tekelci sermayeye devretmeye çalışmaktadır. Kamu hizmetlerinin sermayeye açılması için her yol(suzluk) mübah görüldü.
Diğer kamu hizmetlerinden sonra eğitim alanında da TKYnin uygulanması için çalışmalara hız verildi. 1999 yılında pilot bölge ve okullar belirlenerek buralarda uygulamalar başlatıldı. Bunun dışındaki okullarda ise TKYnin zemini hazırlanmaya çalışılıyor.
MEB, Kamu Yönetimi Reformunun katılımcılık ilkesine dayanarak, eğitimde TKY projelerine başladı. Eğitim emekçilerini sözde gönüllülük temeline dayanarak bu projelerde birer figüran olarak kullanıyorlar. Sözde gönüllük diyoruz, çünkü kimi emekçiler resmi görevlendirmelerle zorlanmış durumda. Kimi de eğitim sistemindeki çarpıklıklara ve sorunlara çözüm bulunacağı iddiasıyla kalite ve verimlilik argümanlarıyla ikna edilmiştir. Böylece devletin asıl hedefinden habersiz olan gönüllüler eğitim çalışmalarına katılıyorlar.
Devletin TKY ile amacı bellidir; işgüvencesi ortadan kaldırılan emekçilerin performansını ölçerek rekabete, yalakalığa dayalı bir sisteme geçmeye çalışmaktadır. Daha çok işi daha az ücrete yaptırmak için TKYnin doğruluğuna inandırabildiklerinin(!) performansına dayanarak daha kısa sürede bu saldırıyı daha az tepkiyle uygulamak niyetindedir.
En son İstanbulda Bakanlık onayıyla İl Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesinde TKY Performans yönetimi, ölçme değerlendirme formatörü yetiştirmek üzere bir seminer düzenlendi. Çeşitli okullardan seminere 75 eğitimci katılıyor. Katılımcılar arasında kariyer yapmaya çalışan idareci ve müfettişler de var. Bu seminer hizmet içi eğitim adıyla gerçekleştiriliyor. Sonuçları itibarıyla binlerce eğitim emekçisini mağdur edecek, kazanılmış haklarını gaspedecek bu saldırıya bazı sendikalı eğitim emekçileri de ortak edilmeye çalışılıyor. İşin en olumsuz tarafı, söz konusu sendikalı emekçilerin bu saldırıya gönüllü olarak katılmış olması.
Elbette bu durum kamu emekçileri hareketinde ve sendikalarda yaşanan sorunlardan bağımsız değil. Eğitim-Sen, TKYnin içyüzünü teşhir eden bir takım sınırlı çalışmalar yapmış, broşürler çıkarmıştır. Ancak TKY gibi toplam bir saldırının parçası olan bir uygulamaya karşı tek başına yayınlar çıkartmak yetmiyor. Saldırı yasalarını üyelerin gündemine sokmak, örgütlü bir mücadele yürütmek ve örgütlü bir kimlik yaratmak gerekiyor. Seminerlere katılan bazı Eğitim-Sen üyeleri, bu uygulama ile karşılaştıklarında almaları gereken tutum konusunda aydınlatılmamışlardır. Bazıları bireysel çözüm(süzlük)lere başvurmak zorunda bırakılmıştır.
TKY, tek başına Eğitim-Senin sorunu da değildir. Bu uygulama çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Ancak böylesi önemli bir dönemde sadece kamu çalışanlarını değil tüm emekçi halkı ilgilendiren Kamu Yönetimi Reformu adı altında yasalaşacak olan Kamu yönetimi Temel Kanunu Tasarısı mecliste imzaya sunulacak. Hemen ardından bunun işlerliği için Yerel Yönetimler Reformu, Personel Rejimi Yasası çıkarılacak. TKY, bu yasalara pratikte somut uygulama alanlarını açmaktadır.
Dolayısla, tüm bu saldırı yasalarına karşı konfederasyon olarak KESKin diğer işçi sendikalarıyla birlikte ortak bir mücadele hattı belirlemesi ve bu saldırıları püskürtmesi gerekiyor.
Ne yazık ki KESK yönetimi, saldırıları gördüğünü iddia ediyor ama seyirci kalmaktan öte hiçbir şey yapmıyor. Mücadele eden emekçilerin ortak örgütlü kimliğini sağlayamadığı için bazı üyelerinin bu saldırılara tepkisiz kalmasına, hatta kimi yerde ortak olmasına neden oluyor.
Pasif, uzlaşmacı mücadele çizgisi ile bunu KESK yönetiminden beklemek yerine öncü kamu emekçileri tabanda sınıfın birliğini sağlamalı, saldırılara karşı fiili-meşru mücadele hattı örmek için biraraya gelmelidir.
Bir eğitim emekçisi/İstanbul
Kayseri Ana Tamir işçilerinden eylem...
Kayseride kurulu askeri Ana Tamir Fabrikası işçileri fabrikadaki üst rütbeli subayların işçilere onuru kırıcı davranışta bulunmasına tepki gösterdi. Servislere binmeyen yaklaşık 1000 işçi işyerinden sendika binasına kadar yürüdü. İşçilerin bu tepkisi üzerine subayların davranışlarında kısmi bir düzelme olduğu açıklandı.
İKE ve BDSP çalışanları direnen Sümerbank işçilerini ziyaret etti...
İşçi sınıfını türkü
sıcaklığında kucaklamalıyız!
Bugün fabrikamızı 4. kez kapatma girişiminde bulunuyorlar. Bu sözü ziyarete gittiğimiz direnişçi Sümerbank işçilerinin temsilcisi söyledi. Fabrikayı kapatma girişimi, sermayenin özelleştirmek için sinsice kullandığı taktiklerinden sadece biri. İşçileri izne çıkararak kapatılan fabrikanın sorunsuz bir biçimde satılması planlanıyor. İzinde bulunan işçiler evinde otururken fabrika satılacak. Böylece işçilerin tepkisi bloke edilmiş olacak. Sermayenin planı böyle. Bu planı boşa çıkarmak yine işçilerin elinde. Bu konuda TEKSİF Sendikasına üye Sümerbank işçileri izinde evde oturmak yerine, direnişe geçerek izlenmesi gereken yolu gösteriyor.
Özelleştirme saldırısına karşı 24 saat Sümerbank (Bakırköy) fabrikasında nöbet tutan işçilerle dayanışma ziyaretini Esenyurt İşçi Kültür Evi ve BDSP çalışanlarıyla birlikte yaptık. Ziyaret işçiler için olduğu kadar biz sınıf devrimcileri için de ayrı bir anlam ve öneme sahipti. Sınıf hareketinin durgun bir seyir izlediği dönemde direnen işçilerle birlikte olmak, onlardaki coşku ve kararlılığı görmek bizi etkiledi. Bir kez daha gördük ki, direniş ziyaretlerinin sınıflar savaşımında, hem işçiler hem de sınıf devrimcileri için ayrı bir önemi var.
Gündüz kadın işçiler nöbette olduğu için sendikacı olan sınırlı sayıda erkek dışında, kadınları görmek şaşırtıcı olduğu kadar mutluluk vericiydi. Kadınlarımız işçi sınıfının birer neferi olarak mücadelede yerlerini almışlardı. Sıcak bir ilgiyle karşılandık. İşçiler ilk kez böyle kalabalık bir ziyarete tanık olduklarını söylediler. Kendi adımıza buna sevinirken, genel tablo açısından içimiz burkulmadı değil.
Sohbetimiz sürerken çaylarımız geldi. Direniş evi bir dost evinden farksızdı. Bir tür protokol soğukluğu hiç yaşanmadı. Sefaköy İşçi Kültür Evi Tiyatro Atölyesinin hazırladığı oyunun sunumu da aynı sıcaklıkta oldu. Zaman darlığından dolayı yeterince prova yapılamamasına, bir takım eksiklikleri olmasına rağmen, oyun işçiler tarafından çok beğenildi.
Grup Eksenden bir arkadaş da türkü söyledi. Türkülerin sıcaklığı ve ezgilerinden etkilenen işçiler oldu. Oldukça duygulanan bir direnişçinin sonunda beni de duygulandırdınız demesi ve solist arkadaşı kucaklayışı duygulu anlar yaşattı. Toplamında direnişçi işçilerle türkü sıcaklığında kucaklaştık. Oyun ve türkülerin direnişçi işçiler üzerinde oldukça olumlu bir etkisi oldu. Sohbet ve kaynaşmaktaki etkisi de öyle.
Ziyareti günah savma amacıyla yapmadığımız için tam anlamıyla bir etkinliğe dönüştürebildik. Samimi bir ortamda gerçekleşen ziyaretimizde verilen emeğin altı çizildi. Elbette ziyaretin kendisi oldukça önemli. Ama yaşayarak gördük ki, oyun ve türküler ziyaretin amacına ulaşması açısından tamamlayıcı bir etken oldular. Bu iki sanatsal ve kültürel etkinliğin olması ziyareti daha anlamlı kıldı.
Ayın 20sinde Sümerbank işçilerinin tümü fabrikada olacak. Ziyaretimizden çıkardığımız sonuçla daha donanımlı bir şekilde o gün işçilerin yanında olacağız. Ama bu kez ziyaretçi olarak değil onlardan birileri olarak. Çünkü onların davası bizim davamızdır. Çünkü Sümerbank işçisinin kazanması işçi sınıfının kazanması anlamına gelmektedir.
Adanada işçi dayanışması pikniği...
İşçi sınıfına yönelik saldırıların gün geçtikçe yoğunlaştığı bu süreçte Adana Öncü İşçi-Emekçi Platformu olarak sorunların çözümünün işçi sınıfının bağımsız, birleşik, örgütlü, militan gücünden geçtiğine olan inancımızla Adanada örgütsüz-örgütlü sektörlerde çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Bu çerçevede Adanada geniş bir kesimi kaplayan küçük sanayi işçileriyle iki hafta üst üste bir söyleşi gerçekleştirdik. İlk hafta 10, ikinci hafta 15 işçinin katıldığı söyleşimiz bu dağınıklığı ve örgütsüzlüğü ortadan kaldırmak gerektiği vurgusuyla noktalandı. Toplantılarda küçük sanayi atölyelerinde yaşanan sorunlar ana başlıklarıyla (düşük ücret, hakaret, dağınıklık, yoğun saatlerde çalışma, çocuk sömürüsü, sigortasız sağlıksız koşullar, iş güvencesinden yoksunluk, hiçbir sosyal hakkın olmaması vb.) tartışıldı. Ardından çözüm olarak birleşmek ve örgütlenmek ile buna uygun araçları yaratmak gerektiği üzerinden bir tartışma yürütüldü.
Bu çerçevede insanlarla buluşmak amacıyla bir hafta sonrası için küçük sanayi atölyeleri işçileriyle dayanışma pikniği örgütleme kararı aldık. Bir piknik komitesi organize ettik. Vaktin kısa olması bir şekilde katılımı ve pikniğin hazırlığını etkiledi. Buna rağmen pikniğimize 45 kişi katıldı. Açılış konuşmasıyla başlayan etkinlik tiyatro oyunuyla devam etti. Tiyatrodan ise şiir dinletisine geçildi.
Etkinlik boyunca sivil polislerin ablukası altında geçen pikniğimizde şiir dinletisinden sonra yemek yendi. Yemekten hemen sonra küçük sanayi atölyelerinde çalışan işçilerin sorunları tartışıldı. Çekilen halaylarla etkinliğimiz sona erdi.
Deneyimlerimizin ışığında yolumuza devam edeceğiz.
|