Bazen bir insanla yeni karşılaştığınız halde kırk yıllık dost gibi olur, yoldaşça sıcak bir sohbetin ortasında buluverirsiniz kendinizi. En zor anlarda bile yılgınlığın zerresinin gözlerinde yer bulamayacağı, tepeden tırnağa inanç, tepeden tırnağa umut dolu, uslanmaz bir devrim sevdalısıyla yüzyüze olduğunuzu hemen hissedersiniz...
Hatice Yürekli yoldaştan söz ediyoruz...
Yaşamla ölümün kavgasında inancın kızıl türküsünü söyleyerek devrim toprağına karışan kızıl karanfilimizden söz ediyoruz...
Devrimin dışında başka bir yaşam yoktur diyerek devrime yalnız boş gecelerini değil, bütün ömrünü verenlerin soyundan, ölüme bir soluk kala bile devrim ve sosyalizm şiarlarını dilinden düşürmeyen, tüm direnmelerden başı dimdik çıkmış, acıların örsünde çelikleşmiş, zindana her düştüğünde kelepçeyi altın bir bilezik gibi taşımış, yaşamayı direnme kılmış, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur denilenlerin onurlu temsilcisinden söz ediyoruz...
Yaşamasını, sevmesini ve dava uğruna ölmesini bilen, tarihi ve hayatı onurluca yaşayan, ölümden zamanı aşan bir şiir çıkarabilen bir komünistten...
Her zaman direniş tadında kocaman bir gülüşü dudaklarında taşıyan, tüm kontrolleri o gülüşle aşan, buluşmalara o gülüşle giden, kavgaya o gülüşle atılan, eğilip bükülmeden hayatın yüzüne dosdoğru bakan, gecenin evinde yangınlar çıkaran bir komünistten...
Geniş ve derin bir nehir nasıl berrak ve gürültüsüzce akarsa, öylesine yalın yaşayan, öylesine yalın ölümün üstüne fütursuzca yürüyen, ne iri sözler söyleyen, ne yaptıklarıyla övünen, gösterişsiz, inançla davaya bağlı, kapitalizme karşı dizginsiz bir nefretle dolu, acıyı ve sevinci direncin suyuyla yoğurmuş, eylemin gücüyle arınmış bir sıra neferinden...
Kafasında aydınlık bir gelecek, yüreğinde yıldızlar taşıyarak, bir sevda şarkısı gibi duyup yaşayarak sözü onur bilen, korkuyu dipsiz kuyulara atan o yiğit Yürekli yoldaşımızdan söz ediyoruz...
Yediği yoksul eti, içtiği kan olanlar; ölümcül bir hastalığın pençesinde kıvranan köhne düzenlerinin çöküşünü geciktirmek için düşünceleri paralize etmek, korkuyu kitleselleştirmek istiyorlardı. Ve bu halen böyle...
Onlar, sömürü ve baskıyı yoğunlaştırarak işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin hayatını zehir etmek için başta devrimci tutsaklar olmak üzere tüm toplumu boyun eğmiş, kişiliksiz, içi boşaltılmış insan posalarına dönüştürmek istiyorlardı. Ve bu halen böyle...
Haramilerin amaçlarına ulaşmak için en güvendikleri silahlar ise işkence, zindan ve şiddetin en üst biçimi olan ölümdü.
Hatice yoldaş, çok güvenilen bu silahları parçalayarak fırlatıp attı yüzlerine haramilerin...
O, yaşamı savunmak için bedenini ölüme yatırarak ölümün bütün biçimlerine meydan okudu. Çünkü asıl ölüm, biyolojik olarak son bulma değil; insanın inançlarından vazgeçirilmesi, onursuzlaşması, kişiliksizleşmesidir. O, bayraklar ve şarkılarla bir gösteriye çıkar gibi yürüdü tüm ölüm türlerinin üstüne.
O, devrimciliği uzun bir maraton koşusu olarak gördü. Onun bu koşuda nefesini iyi ayarlamasının sırrı ise marksist-leninist teori, program ve ilkelere sımsıkı sarılması, bunları sarsılmaz bir irade ve inançla yoğurarak pratiğe uygulamasıdır. Onun vazgeçilmez ilkesi, sosyalizmi bir yaşam biçimi ve mücadeleyi yaşamın bütünü olarak görmek ve günlük olanı da dahil yaşamın tümünde devrimci olmaktı.
O, zor bir dönemin devrimcisiydi. Ne 60ların sosyalizmin prestijinin yüksek, ne 70lerin devrimci mücadelenin kitleselleştiği ve devrimciliğin neredeyse tek seçenek olduğu koşullardan gelmişti. O, 12 Eylül yenilgisine reel sosyalizmin yenilgisinin eklendiği, devrim dalgasının geri çekildiği, kitle hareketinin durgunlaştığı, devrim ve sosyalizmi savunmanın marjinallik olarak algılandığı, toplumu kurtarma çabalarının yerini kendini kurtarma kaygılarının aldığı; iradesi kırılmış, çökmüş, sürüleşmiş bir insan topluluğundan, eskimiş solcular mezarlığından pis kokuların yayıldığı bunaltıcı koşullarda adeta akıntıya karşı yüzdü, Marksizm-Leninizmin safında yerini aldı.
Bugün Onu anmak, işçi sınıfı partisiyle bütünleşmek, örgütlü mücadeleyi geliştirmektir. Ondan bize kalanları büyütmek, kavga ateşini körüklemek, daha umutlu, daha kararlı, daha disiplinli, daha çalışkan olmaktır.
Şimdi sevinçli yarınları hazırlamak için onurun türküsünü söyleme, Onun sevdasıyla çoğalma zamanı...
Şimdi bir adım da Onun yerine atma, bir slogan da Onun yerine geceye karşı patlatma zamanı...
O, başkaldıran her onurlu dizede, muzaffer her direnişte, meydanlarda haykırılan bütün umut yüklü kavga türkülerinde yaşıyor, yaşayacak...
Anısı yolumuzu aydınlatan ışık olsun...
Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşanabilecek bir dünya için, gerektiğinde tereddütsüz ölümün nasıl karşılanabileceğini öğrenişimizin üzerinden geçen iki yıl... Soluk alıp vermeyi ben kavgada keşfettim sözlerinle, kavgaya ve hayata dair keşfedileceklerin farkına varmamız... Yokluğunun değil varlığının yüreğimize gömülüşünün üzerinden geçen iki koca yıl...
Ve yine seninleyiz... Çağırdığın ve beklediğin yerde! Yine seninle birlikte topladığımız kır çiçekleri başucunda...
Seninle bu yılki randevumuz da sözleştiğimiz gibi saygı duruşuyla başladı. Ellerimiz sana dokunamadığı için yumruk yumruk gökyüzüne uzandı. İlk sözü kardeşin aldı. Sensizliği bastıramadığı belli olan öfkeli ve inançlı bir seslenişti bu sana. Ardından duygularımızı aktarmak için senin için yazılmış bir yazıya sığındık, seninle buluşuyor olmanın verdiği heyecanı bastıramadan. Sonra bir başka yoldaşın kalbine sığdıramadıklarını aktardı. Ve şiir şiir seslendik sana. Kavga marşları yükseldi sonra... Öfkemizi ve inancımızı sana duyurmak için, Hatice Yoldaş ölümsüzdür, Devrim şehitleri ölümsüzdür, Yaşasın devrim ve sosyalizm, Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz! sloganlarını haykırdık.
Biliyoruz yine yetmeyecek hiçbir şey seni anlatmaya, Habip ve Ümiti anlatmaya yetmediği gibi. Randevumuzun 22 Nisan tarihine denk gelen bölümü sona ererken, siper yoldaşlarına, Ölüm Orucu şehidi Gürsel Akmaz ve M. Gökhan Özocaka da soluğunu götürdük soluğumuz ve karanfillerimizle. Yine görüşmek üzere yoldaş, hoşçakal!