İçindekiler:

25 Şubat 2024
Sayı: KB 2024/04

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
AKP'nin yerel seçim politikası
"Bayram ikramiyesi" adı altında sadaka!
Rejimin yoksullaştırma saldırısı
Sefalet derinleştikçe artan din istismarı
Sermayenin sadık hizmetçisi
Filistin sorunu, emperyalizm ve AKP
İstanbul'da coşkulu Greif etkinliği
"Yeni Greiflar için ileri"
Yıkıma karşı sınıfın direnci örgütlenmeli
"Karar bizim nezdimizde yok hükmünde"
Yerel seçimler ve sol
8 Mart'ın çağrısı
Türkiye'de ilk kreş açılan fabrika
Çevre ve iklim krizinin çözümü devrim sorunudur
Ukrayna halkı vekalet savaşında ölmek istemiyor
NATO'nun savaş kışkırtıcılığı
Maassen ve Almanya'nın faşist genleri
Silahlanma yarışında savaş ekonomisine doğru
ABD'nin "Gazze'de soykırıma devam" dedi
Lula İsrail'i Hitlere benzetti!
Dünyadan haberler
Köln'de tecride karşı yürüyüş
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

AKP’nin yerel seçim politikası...

Tehdit, şantaj, vaatler

 

“Tepede Tayyip Erdoğan ve etrafında dolaşan silik figürler”, AKP yıllardan beri bu görünümü sergiliyor. Durum böyle olunca, seçim çalışmaları ve kirli propaganda nutuklarının neredeyse tümü Tayyip Erdoğan tarafından atılıyor. Etrafındaki “silik figürler” ise saraydan aldıkları emirlere göre icraatlar yapıyor, meclisin noterlik işlevini yerine getirmesini sağlıyorlar. Yerel seçimlerin ülke gündemini kaplamaya başladığı bu süreçte “reis” ve “silik” müritleri bir kez daha ortalıkta dolaşmaya başladılar. Ülke, başrolünü Tayyip Erdoğan’ın oynadığı o pespaye filmi birkez daha izlemek zorunda bırakılacak.

31 Mart yerel seçimleri için sahaya inen AKP şefi, kulak tırmalayan nutuklarına başladı. Bu süreçte silik figürlere tali sahnelerde roller veriliyor. Ancak reisleri her zaman sahnedeki büyük alanı işgal ediyor. Nitekim her biri öbüründen tiksinti verici nutuklar serisini seçimlere iki ay kala başlattılar.

Sermaye sınıfı ile emperyalistlerin Türkiye’ye reva gördüğü dinci-faşist rejim, 22 yıldır işbaşındadır. Dolayısıyla rejim pespayelik konusunda dibe vurmakla kalmıyor, tehdit ve şantaj konusunda da hiç olmadığı kadar pervasız, hiç olmadığı kadar pişkin bir üslup kullanacağını daha ilk adımda gösteriyor.

Ölüme terk ettikleri depremzedelerden tehditle oy istediler

Maraş merkezli depremlerin yıldönümünde utanıp sıkılmadan Antakya’ya giden AKP şefi, yerel seçimlerde izleyecekleri politikayı orada ilan etti. Hem kullandığı üslup hem bunu Antakya’da yapması, rejime egemen olan zorba zihniyeti tüm iğrençliği ile gözler önüne serdi. 22 yıldır işbaşında olan zorbaların ne kadar küstahlaşabileceğini göstermesi açısından Erdoğan’ın 6 Şubat’ta Antakya’da sarf ettiği şu sözleri çarpıcıdır:

“Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı.”

Maraş merkezli depremlerin en büyük yıkımı Antakya ve Defne ilçelerinde yaşandı. AKP şefi bu sözleri enkazın üzerinde yaptığı konuşmada söylüyor. Bilim insanlarının uyarılarına rağmen deprem riskine karşı bir önlem almadılar. Depremden sonraki ilk üç gün muktedir devleti ortalıkta görünmedi. Depremin birinci yıldönümünde ise “Hatay’a hizmet geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” sözlerini sarf ediyorlar.

“Bir yıldır size hiçbir hizmet yapmadık. Bize oy vermezseniz bundan sonra da yapmayacağız” mesajını veren Tayyip Erdoğan, seçimlerde oy talep etme şeklinin değiştiğini de ilan etmiş oldu. Artık sahte vaatler bile koşula bağlanıyor: “Hizmet mi almak istiyorsunuz? Zorbalara biat edin, AKP’ye oy verin!”

Kokuşmuş saray rejimi, “büyük şef” tarafından söylenen o sözlerle yerel seçimler politikasının mahiyetini açıkladı. Vurgulamak gerekiyor ki, ne Antakya’da sergilenen küstahlık bir tesadüf ne o tehdit ve şantaj içeren sözler rasgele söylendi. Bu, mafyatik rejimin seçimlere hazırlık sürecinde kullanacağı üslubun birinci elden ilanıdır.   

“Tek adam rejiminde hizmet almak istiyorsanız, AKP’nin adaylarına oy verin. Aksi halde hizmet değil havanızı alırsınız” üslubuyla seçim propagandası yapılması, o çirkin suratlara takılan maskenin sökülüp atılması anlamına da geliyor. Zira ayrımcılık “fıtratlarının” esasını oluştursa da geçmişte oy isterken farklı bir üslup kullanırlardı. Göründüğü kadarıyla, artık sahtekarlık bağlamında bile olsa “herkese eşit mesafede durma” görüntüsü vermeyi yük sayıyorlar. Yeni “jargonları” açık bir şekilde tehdide ve şantaja dayanıyor.

 Tayyip Erdoğan’ın Antakya’da yaptığı konuşmaya tepki gösterilmesi üzerine birtakım laflar geveleyip “tehdit etmedim” demesi, sıkışınca edilen riyakarca sözlerden başka bir anlam taşımıyor. Zira “büyük şef” gibi silik figürler de o lafları tekrarlamaya başladılar.

Konya ve Ordu’da şantaja devam

Erdoğan’ın izinden giden AKP’nin Konya Akşehir Belediye Başkan Adayı Yusuf Kahraman, seçim propagandası kapsamında yaptığı konuşmada din bezirganlarının zihniyetini şu sözlerle ortaya koydu:

“Siyaset herkese hizmet edecek ama kendine destek verenlere, iktidar yapanlara da daha fazla hizmet edecek. Bu bizim şiarımız, kim ne derse desin. Bizimle beraber yürüyen insanları ayırırız, ayrıcalık gösteririz.”

“Bu bizim şiarımız, kim ne derse desin” diyecek kadar kedinden emin konuşan bu AKP’li, saray rejiminin “seçim şiarını” ilan ediyor. Bu küstahlığın temel nedeni rejimi zorlayan toplumsal bir muhalefetin olmaması ise, bir diğeri de 22 yıllık iktidarın yarattığı yozlaşmanın derinliğidir.

Yusuf Kahraman’a aynı üslupla “pas veren” yine Tayyip Erdoğan oldu. 16 Şubat Cuma günü Ordu’da nutuk atan Erdoğan’ın sarf ettiği sözler, AKP şefi ve müritlerinin “tehdit, şantaj, vaat” bulamacından imal edilmiş bir propaganda yöntemi izleme kararı aldıklarını şüpheye yer bırakmayacak şekilde gözler önüne sermektedir:

“Biz merkezi yönetim miyiz? Burada cumhurbaşkanı şu anda AK Partili Erdoğan. Yerel seçimde AK Partili büyükşehir olduğu zaman artık Ordu’nun kılına zarar gelmez… Biz varsak doğalgaz var, biz yoksak doğalgaz yok.”

Antakya’da startı verilen bu tiksinti verici tehdit ve şantaj üslubu, dinci-faşist rejimin 31 Mart yerel seçimlerine hazırlığının bu temelde olacağına işaret ediyor. Bu kadar küstahlık en zorba rejimlerde bile kolay görülen birşey değil. İşlediği bunca suçun hesabı sorulamadığı için bu kadar pervasızlaşan kokuşmuş rejim artık ne küstahlıkta ne pişkinlikte sınır tanıyor.

İş sinik düzen muhalefeti ya da kokuşmuş rejimin kurumlarına umut bağlayan reformist sol muhalefete kaldığı sürece bu gidişatın değişmesi olası görünmediği gibi, daha vahim bir hal alma ihtimali de yüksektir. Bu gidişat ancak kitlelerin fiili-meşru mücadelesiyle durdurulabilir. Devrimci ve ilerici güçlerin, dinci-faşist rejime karşı mücadelede samimi olanların, hepsinden de önemlisi işçi sınıfı ve emekçilerin sermayenin bu küstah temsilcilerine karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmesi çıkış yolunu açabilecek tek seçenektir.